31 Mayıs 2009 Pazar

Kendi kendini onay

Kendi kendini onaylamak zorunda kalmış insan (eşitliğe, hakanıyete dayalı karşılıklı iletişim ile savaş dışında bir üçüncü yol olarak ) ne kadar başarılı olabilir? Ağır hastalıkların, mecburi yalıtılmışlıkların yalnızlışlaştırdığı insan kendine dönmek, kendinini tamamalamak, tanımak konusunda (yada ayna) mecburen bir yol, iz aramak zorunda kalacaktır. Kendini onaylaycak bir kişinin varlığı yoksa muhtemelen kendini tanımada kendine varmadaki ihtiyaç duyacağı insanı (ne kadar mümkün bilemiyorum) atlamak zorundadır.

Bu atlamanın, diğerininden vazgeçerek kendine dönme çabasının önünde birde çoğu zaman diğeriyle beraber, onun yarattığı değersizlik kalesinide geçmek zorunluluğu vardır ki karşındakini bakışındaki çarpıklığı teslim edip onu hoşgörüyle geride bırakabilmekte bir ateşten gömlektir.

Bu yüzden sanırım bir cüzamlıya uzanan elin değeri büyüktür.

29 Mayıs 2009 Cuma

Aşk ile

Güneşin altında

Akşamın ve sabahın serinliğinde

Mermercilerin çekiçleri vurur

Aşk ile peşisıra, durmadan


Ve üzerlerinde serçeler döner

Birbirine kanatları değerek


Rüzgarla eğilen selvilerinse

Düşer gölgeleri,

Bir köşede

Neşeyle, aşk ile

Misket oynayan çocukların üstüne

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Elif Şafak – Aşk hakkında

Elif hanım tasavvuf konusunda bir kitap yazmak için çalışmış, bu belli. Buna vakit ayırmışlar.

İç içe geçmiş birbirine paralel iki kavuşma , iki aşk hikayesi Mevlana ile Şems; Ella ile Aziz in hikayesi .

Roman ilk satırdan itibaren Şems-i Tebrizi Hz. ile Hz. Mevlana'nın kavuşmalarını vadediyor. Fakat bu buluşma için 200 sayfa beklememiz gerekiyor :)

Bu buluşmadan sonra ise roman ikisine odaklanamıyor. Yardımcı karakterlerin gölgesinde, onlardan kalan bölümlerde ikisinin hikayesini uzaktan seyrediyoruz. Halbuki beklenti daha çoşkun, daha şiirsel, daha yoğun bir anlatımken sadece yan karakterleri görüyoruz. Mevlana Hz. dalgın , kederli, gözüküyor - aşkın çoşkusundan hiç eser yok.

Kanaatimizce yan karakterler ve yan hikayeler romanın gidişatını yavaşlatıyor, ilgiyi dağıtıyor.

Eserin kurgusu , dili, çevirinin başarısı(/zlığı) bir yana; genelde tasavvuf, özelde Mevlevîlik üzerine yazıyor oluşu (iddiası bu) ya da bu motifler üzerinden gittiğini varsaymamız bu konuda nasıl bir bakışı olduğunu sorgulamamıza yol açıyor.

Tasavvuf tek , monoblok bir yapı değil. Birbirinden farklı görüşler var. Yollar, meşrepler var, kendi içinde ve dışında bir takım eleştiriler var. Gün gelmiş topluma yön vermiş, gün gelmiş yönlendirilmiş. Bu yüzden Elif Şafağın tasavvufu, ne kadar tasavvufa yakın ya da tasavvufun neresinde duruyor bakışıyla okuduk. Sadece şunu söylemekle yetinelim : Romanda anlatılan teorik tasavvuftan ve farklı bir okuldan. Meraklısına Gölpınarlı Dede' yi tavsiye ederiz.

İlk otuz sayfayı okuduktan sonra aklımıza İhsan Oktay Anar geldi. O yazsaydı Ella ve Azize gerek duymazdı. İkisi arasındaki aşk, Hz. Mevlana ve Şems için yazılacak bir romanda verilecek mesajında dengesini bozmuş kanatimizce. İki farklı dönemde, iki farklı anlayış çıkmış. Yirminci yüzyılın aşıkları daha bireyci. Bu iki karakter herhalde Amerikan okuyucusu için düşünülmüş.


Notlar : (sh.38 Zahir batın ayrımında denge görmezden gelimiş - Tek kanatlı kuş uçamaz da zahir batın dengesine işaret vardır. Zalime ses çıkaramama, light İslam projeleri ?

sh.72 boyun kırmak değil baş kesmek

sh.123 meditasyon, tefekkür, renkler gene (new age motifler) )


ŞEMS-İ TEBRİZİ

Şems-i Tebrizi kerametlerle sahneye giriyor. sh.47 :)
Hanın parasını ödemek için el falı bakması, aura okuması şok edici.

Şemsin Kırk kuralı ??? nerden icad olmuş? Yazarın bir derlemesi mi? Bir yerden mi alınmış? Açıklanması gerekirdi. Bu tarz eklemeler ne kadar iyiniyetli olusa olsun içinde muhendislik tavırlar içerebilir. Kırk kural diye bir şey yoktur , tek kural hakikilik/ hakikatlilik -

Şems-i Tebrizi' nin çöl faresini caminin önünde kurtarması, himaye etmesi ; cüzamlı dilenciye şefkat göstermesi , sahoşun yaralarını sarması Gölpınarlı' nın yorumladığı eleştirel tasavvufa uyan romanın olumlu yönleri. Bunların tasavufi bakışla temellendirilmesi çok güzel olurdu.

Gene Şemsi Tebrizi' nin celladının Hasan Sabahın (batıni) kalesinden kaçmış olması üzerinde çalışılsaydı ve roman burdan oluşacak bir gerilim üzerine oturtulsaydı ortaya çok tartışılacak sağlam bir klasik çıkabilirdi belki.

(sh.50 Rüya tabiri (Mevlevilerde rüya tabiri yok) Eğer bu bölümde anlatılan Şems ise ...

sh.53 El falı / aura okuma new age tavırlar

Kerametler, menkıbler çoğunlukla bir hikmetle beraber sunulur. El falı kerametiyle, aura okumalarıyla han ve yemek parasını ödemek için kerametten istifade edinilmesi düşünüdürücü.

sh. 30- Şems-i Tebrizinin kalenderi olduğu tartışmalıdır. )

AZİZ

Aziz garip bir sufi, sufi bir kimlik olarak romanın en problemli kişisi.

Mektupla enerji yolluyor (sh.82) dilek ağacına çaput bağlıyor. Enerji aktarma seansı yapıyor, zihin okuyor (sh369) Bir sufiden ziyade new age guruyu andırıyor.

Aziz kendini sufi olarak adlandırıyor ama altını doldurmuyor - Muhib mi? Derviş mi ya da Dede mi? Tasavvuf bir bütün olarak seven biri mi yoksa? Ya da bir felsefe olarak mı ondan hoşlanıyor ? Aşk şeriatını yazdığına göre Şemse ve Mevlana' ya bağlı olmalı, Mevlevî meşrepli olmalı. Sofu bir mevlevi değil anlaşıldığı kadarıyla. Dünyada yaşanan kötülüklere karşı ise duyarsız . Kendi köşesinde, kabuğunda yaşayan biri.

Ella ile olan arkadaşlığı da problemli. Bir sufi olarak yardıma ihitiyacı olan herkese yardımla mükellef. Bu yardımda mesafe koyamamış olması, flörte açık durması Azizin sufi kimliği ile tutarlı değil. İnsan olarak hata yapabilir, ama sorgulama kendini gözden geçiriş yok. Karşılaştırma için çöl faresine Şemsin yardımı ile kıyaslanabilir sanıyorum. Gene bu konuda Takva filmi hatırlanabilir.

Azizin kerametleri !! dışında hayatın içinde sufi bir tavrını sergilediğini görmüyoruz. Tasavvuf eşit ezoteri, keramet değil. Keramet üzerinden sufi karakteri çizmek insanüstü, yarı tanrı, yanılmaz bir karaktere gider ki bu da bizi oldukça sıkıntılı bir noktaya götürür. Olgun sufiler kerametleri (inkardan bahsetmiyoruz) sevmezler.

Notlar : (Aziz için yazılanlar :

sh.204 Güncelden alabildiğine uzak
Sh.204 Kendini bildi bileli pasifist.........
sh.205 Şimdinin çocuğu olarak kendini tanımlıyor. --Konformist bir çizgisi var.
Şu anın hakikatını yaşamak sh.177 gerekir diyen Şemsin zulme karşı duruşu ise Aziz' de yok.

Gölpınarlı Dede nin bu tarz pasif tasavvuf anlayışını sümüklü tasavvuf olarak adlandırır. Gölpınarlı linkinden bu konu okunabilir. 83. soru


ELLA

Uzun süren evliliklerin köhneyeceği, albenisini kaybedeceği üzerine bunaltacak kadar tekrar var.

Ella kadınlık ve annelik arasında seçim yapar. Kadınlığı seçer. Küçük çocukları için annedir hala ama Ella evlliğini kurtarmak / boşanıp küçük çocuklarını yanına almak gibi çileli bir seçimi değil, terki seçer.

Sanırım aşka bakışı statik. Geliştirici, adam edici, terbiye edici halinden (ya da insanlıktan çıkarışı her bünyede aynı tesiri bırakmıyor :) ) bakmıyorlar. Mutluluk, iç kıpırtısı, ilgilenilme gibi görüyorlar. Aşk, Elanın hayatına ne katıyor, onun insanlığını nerden alıp, nereye getiriyor ? Durduğu yerde mi sayıyordan ziyade ne kadar mutlu olduğunu okuyoruz.



MEVLANA

200. sayfaya kadar ortalarda yok. Bir rüya bölümünün dışında .

sh.210 Mevlan hz. Şemsle karşılaşmasını anlatırken birden nefsin mertebelerini anlatmaya, tasavvuf konusunda bilgi vermeye başlıyor (Benzer olay Şemsin bir kaç bölümünde de var)

Sanırım bu (konuya yabancı) okuyucunun olayı takip ederken bilgi sahibi olması gerektiği ile böyle çoşku dolu insanların, Şemsi Tebrizi nin, Hz. Mevlana nın, iç dünyalarını hayal edip yazmanın güçlüğünden kaynaklanıyor. Bu şekilde uzun uzadıya bilgilendirme bir yerde hem bir kolaylık ve hem de bir zorunluluk. Bu da romanın performansını düşürüyor. Bazı bölümleri bir romanı değilde 100 soruda tasavvufu okur gibi hissediyorsunuz. Bilmeyenler için aydınlatıcı, bilenler için sıkıcı bölümler.

Hz. Mevlana için ayrılmış bölümler çok az. Ayrılan bölümlerde ise Hz. Mevlana altın kaşıkla doğmuş, halkın yaşayışından uzak, pasif bir karakter olarak çizilmiş. Şemsin mürşitliğine vurgu yapmak için bu konu abartılmış. Aslında kim kimin mürşididir tartışılır.



sh.38 Semanın yaratıcısı Mevlana değil – Sema geleneği çok eski zamanlara götürülebilir.

--
Tasavvufi bir bakışa bir çok yerde rastlıyoruz ama kanatimizce romanın tasavvufi bir duruşu yok. Birbirinden ayrı yollara ait tasavufi görüşler ile uzak doğu enerji inançlarını ve hatta şamanizmi (ağaca çaput bağlamak) harmanlamış kitap. Bu haliyle tasavvufi bilgi alınmak için okunacak bir kitap değil. Biyografi değil - bir çok yerde kurgular var, aslına sadık olma derdi yok. Belki geniş anlamda mistik – ezoterik düşünceleri biraz özensizce harmanlamış, bunların üzerinden yazılmış bir roman olarak kabul etmek mümkün olabilir

15 Mayıs 2009 Cuma

Müslümanın kapitalizm ile imtihanı

Müslümanın kapitalizm yada başka bir ekonomik sistemin içinde davranış biçimlerini ölçebilecek, onlara çıkış noktası olabilecek kavramlar, ilkeler neler olmalıdır ? ( Yada işin kendine has kuralları mı vardır? İş başka, din başka mıdır - webercilerin dediği gibi )


İlk akla gelenler kanaat, makul kar talebi , çalışma barışını sağlama, çalışmayla alakalı olanlar; birde harcama yönü var, lüks tüketmemek, israf etmemek her halükarda yaptığında aşırıya kaçmamak orta yolu bulmak.

Kanaat sahibi olmak bir görgü işi, bir yaşanmışlık , konfor talebini asgaride tutabilmek (se de tek başına bir şey ifade etmiyebilir ) ; ve sade yaşam bir alışkanlık işide olabilir. Din ise sade yaşamın yanında tevazuyu da istiyor , paylaşmayıda, komşusu açken yatanı kabul etmiyor. Ben sade yaşarımla kurtulamıyorsunuz. Etrafına bak ihtiyacı olan var mı diyor.

Herkesin ihtiyacı olan bir şeye sahip olabilirsiniz. Çarşıda pazarda onu fahiş fiyatla satamıyorsunuz. Sahip olduğunuzu, kazandığınız ise geliş güzel harcayamıyorsunuz, kazanmış olmanız yetmiyor.

Zengine bir şey demiyor , ipin ucunu kaçırmaması şartıyla. Tüketimde lüksü, gereksiz israfı kabul etmiyor. Elinin altındakilere zulmü yasaklıyor yediklerinden yedir , giydiklerinden giydir diyor, barışı tesis işini ona devrediyor.

Kapitalist sistemde kazançlar ve ticaret yüz yüze ilişkilerden ekranlara, telefonlar geçti. Sıkışan hayat , artan talepler herkesin bildiği temel ilkelerden sapmaya zorladı insanları. Maille siparişler geçilir, telefonla teyit edilir, siparişler kargoyla, kargo şirketleri ile yollanır, paralar banka havalesi ile hesaplara yatırılır oldu - insanlar artık sanal ticarete alıştılar . Teknolojik kapitalizm ticaretten yüzyüze ilişkileri kaldırdı. İlkeler daha rahat esnetilir oldu bu sayede. Dayatılan tek tip ticaret ahlakı, ticaretten dayanışmayı, karşılıklı kazanmayı, başkalarını düşünmeyi ortadan kaldırdı. Müslümanda neticede bunun dışında kalmıyor. Onun için sınav burda başlıyor.

İlkeler ne için esnetiliyor ? Mal yığmak, para biriktirmek için olabilir mi?

7 Mayıs 2009 Perşembe

Beslenme/diyet/kanaat

Bir yanda devasa bir diyet endüstrisi, açlığı tavsiye eden mistikler, bir yanda obez bir dünya, bir diğer yanda beslenemekten ölen çoçukarın,insanların ; afrikası, uzakdoğusu. Belki komşusu değil aç yatan - ama aç kalmak bir yana ölen


İhtiyacımız olan nedir? Herkese göre değişir olması lazım. Yapılan işe, harcanan kaloriye, bünyeye göre. Her kese bir kibrit kutusu peynir, üç öğün simit diyeti verilmesi ne kadar sağlıklı. Ciddi bir şekilde diyete ihtiyacı olan var, sağlık sorunları sebebiyle, ciddi şekilde yemeye ihtiyacı olan var sğlık sebebleri yüzünden ; bir uzmandan, rastgele birinden, rastgele bir diyetten değil.

Ya israftan , görgüsüzlükten kaynaklanan, hayatı yemeğe yada yemek için yaşamaya çevirenler (alkolikliğin tanımı gibi oldu :) ) bir çeşit bozukluk - ruhsal mı , metbolik mi bilemiyorum.- belki her ikisi.

Obeziten de, anoreksiden de, açlıktan da ölenler var, sağlıklarını kaybeden organları iflas eden.

Denizi bir testiye doldursan ne kadarını alır?
Bir günün kısmetini

Yiyip içmek alışkanlıkları zamanla oluşuyor. Bazen imkanlar bunun gelişmesini sağlıyor. İçinde yaşadığmız çevrenin, iş aralarında yemeye ayrılan vaktin; hazır yemek, yemek zorunda kalışın alışkanlıkları oluşturmada etkisi var .

devam edecek

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Enerjiler üzerine

Enerji nedir? Pozitif enerji , negatif enerji dediğimizde ne anlarız?

Ortalıkta serbest halde dolaşan ve maddeye hükmü olan enerjilerden bahsetmek onlara bir varlık vermek hükmünde midir?

Kritik soru şu : Kendiliğinden bir iş yapabilen bir enerji eğer bir şey yapabilme ayırdında ise bir varlıktır. Eğer yaptığı işi bir başka şeyin emri ile yapıyorsa ona niye negatif/pozitif enerji deriz ki. O bir başkasının sahip olduğu bir uvuz gibidir. Burdan baktığınızda ise bunu açıklamak zordur.

New age akımların literatüründeki enerji kelimesi bir geleneğin dünya algısını ifade ettiği için bize sorunlu gözükmektedir, o geleneğin içinden dünyaya baktığınızda bu sorun ortadan kalkar.

Daha açık konuşmak gerekirse enerjiyi dünya görüşünün içinde bir yere oturtan görüşlerin hemen hepsi panteisttir. Varlığın tamamını ve Tanrıyı bir bütün halinde gölür. Maddenin toplamı Tanrının kendisidir.

Burada bir adım ileri gittiğimizde , new agelerde olduğu gibi, enerji ortaya koyma gücü insanda ise yada insan bir noktada bunun ortaya çıkmasında bağımsız bir güce sahipse evrenin gidişatına keyfi müdahale edebilir pozisyona gelir. Bu noktada sorulması gereken soru şudur, her an her yerde olan, izni olmadan yaprak kımldamayan bu bağımsız enerjilerin yada onlara hayat vererek eylemleri canlandıranların dünyasının neresindedir?

1 Mayıs 2009 Cuma

Hikmet

Hikmet bütüne açılan bir kapıdır.


3975 Mustafa, evladı olan ümmetine " Elinizin altındakilere yediğiniz şeylerden yedirin" diye vasiyette bulundu.Başkalarını hoş bir hale getirdin, sabırla çevikleştirdin, sabra teşvik ettin.Şimdi erlik göster de kendini de hoş bir hale getir.Sabır, düşüncesine dalan aklını kendine kılavuz et.
Daha evvel bir çok kez sabır üzerine öğüt duyan için diğerlerinden farkı nedir?
Bütünü hikmet üzerinden kavrayıştır ama akli bir netice çıkarış değildir; sesiz sözsüz farkediş hissediş, uyanış . Uzun bir yolda biriktirilen bir çok öğüdün bir bütün oluşturacak şekilde bir sözle canlanması, mana kazanmasıdır.
Bu sefer sabır artık etten kemikten bir hal alır. Tahammül değildir, görmezden gelme değildir. Ne olduğu yolda küçük küçük adımlarla fısıldanmıştır. Yeri geldiğinde merhamet, yeri geldiğinde şefkat; hayatın içinde bir yerde uygulanacak kalıba dökülmüşür.