30 Temmuz 2011 Cumartesi

Tarafgir

Tarafgirliğin zayıf yönü haksız olduğunda da savunma mecburiyetidir. Açık penaltı ya da ofsayt olduğunda bile taraf olan penaltı için bir mazeret bulmaya çalışır.

Gönülden taraftarlıkla, çıkardan dolayı taraftarlık arasında fark olmalı, ikisi birbirininin içine zaman zaman karışsa da. İnönü Stadyumu'nun önünde kokereç satanın kazancı takımın galibiyetine dolayısıyla tarftarın coşkusuna bağlıdır. Kazancından dolayı hasta taraftar olabileceği, takımla bir gönül bağı kurabileciği gibi, bunu bir iş olarak da kabul edip hatta başka bir takımı hissettirmeden de tutabilir.

Tarafgirin düşüncesi, seçimleri, kararları kendi dışında oluştuğundan bir bağımsızlığından söz edilemez. Tarafın adalet derdi varsa, taraf olduğu klübün aleyhine kararları da görebilir, bunlardan bahis açabilir, gönülsüz de olsa karşı tarafın hakkını teslim edebiliyorsa o başka. Fakat, bizi ilgilendiren, bu parantezin dışında kalan tarafgirin, bağımsız olamaması; spekülasyona, yönlendirmeye, propagandaya ve provakasyonla kullanılmaya açık olması.

Düşünme alışkanlıklarımızın, dünyayı anlamak için başvurmayı tercih ettiğimiz referansların olması doğal. Ya da bir takım tutmada olduğu gibi, sadece, ne zaman/neden başladığı unutulmuş bir gönül bağının olması. Adalet, hakkı teslim ise bu refansların ham halinde değil onların işlenmesinde, sorgulanmasında.

16 Temmuz 2011 Cumartesi

Uyku

Toplanır derdim tasam, kalmaz sabah

Aklımın son demlerinden kalmadır

Sızlanıp durmaktadır uykum

(düzeltilecek, taslak)

10 Temmuz 2011 Pazar

Pişekâr

Sohbette kimi Pişekâr kimi Ayvaz kimi Kuyumcu Selahaddin olarak iki kulağından başka bir şeyi olmayana dair bir başlık atalım da kısık ateşte pişmeye bırakalım.

7 Temmuz 2011 Perşembe

"Bir Tutam Mavi" den


Bedri Rahmi Eyüboğlu "Bir Tutam Mavi" isimli kitabında yayınlanmış makalelerini toplamış zamanında. İş Bankası yayınlarından kitap tekrar basılmış. Oldukça yavaş bir şekilde bu kitabı okuyorum, bu aralar.

Birbirini takip eden iki bölümde yazılanlar ilginç geldi. İlk bölümde Bedri Rahmi dilde sadeleşmeyi savunurken, takip eden bölümde ise, kilimlerde kök boya kullanımından vazgeçilmesinden şikayetçi oluyor.

Herkesin kolayca anlaşabilir bir lisana sahip olması maksadıyla başlatılan dilde sadeleşme hududları ve yönü olmadığından sanırım birtakım olumsuz neticelere de sebeb olmuş.
Olumsuzluktan kasdım birbirine uymayan yazım kılavuları, bir atılan bir geri gelen şapkalı harfler, bazı bilim dallarında yerleşmiş deyimlerin sadeleştrilmesi (maliyede: özelge/mukteza, tarh, tahakkuk)neticesindeki karışıklık, öztürkçe kelime konusunda abartıya (oturgaçlı götürgeç gibi) kaçılması vs. Dilde kullanılan Türkçe kelimelerin azalmasının ise bir çok nedeni var, sadeleşme çabalarının yanında, az okunması, tv gibi bir çok sebep sayılabilir.

Bu konuyu takip eden bölümde Bedri Rahmi'nin kilimde kök boyalarının kullanılmamasından dolayı duyduğu üzüntü ise bir devrin ruhunu anlatır gibi. Dilde sadeleşme köye dönme, halkçılık, halk sanatlarına ilgi, halk kültürüne sahip çıkma ile paralel ilerliyor. Birbirini tamamlar gibi. "İki yüz senede oluşan sekiz renk; dokuz, on olacakken; daha çok ve zahmetsiz boyama derdi için terkedilmekte(aklımda kaldığı şekliyle)" böylece oluşan desen ve renk estetiğide yok olmakta diye üzülür. Kimyasal boyalar 3-4 senede solarken, kök boyalar asırlarca canlığını korumaktadır oysa.

Bedri Rahmi ve ondan sonra gelenlerin Anadoluya dönük bu ilgileri sayesinde bir çok türkü derlenebilmiş, kilim katologları hazırlanabilmiş; Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Kemal Tahir gibi isimler kendi hikayelerini yazabilmiş; Sürü, Boş Beşik gibi filimler çekilebilmiştir. Bu sayede , seksenler sonrasında bu konulara ilgi azalmış olsa da, elimizde en azından binbir emekle kayda geçirilmiş bir kültürün ufku kalmıştır.

Sözlü kültürün kayda geçirilmesi onun gelişmesini engeller mi, bir kalıba sokup başka ağızlarla yorumlarla aktarılmasına engel olur mu? Sanırım evet. Sözlü kültürü kayda geçirmenin kendine has sıkıntıları var. Ama bu hiç olmazsa tamamen yok olmasını da engelliyor. O zamanlar elde kayıt cihazı köyden köye dolaşanların emekleri sayesinde bugün onları youtubelarda dinleyip, seyredebiliyoruz.

Bir dönemi ve anlayışını değerlendirirken hangi ihtiyaçlardan çıktığına, derdinin ne olduğuna da bakmak gerek. (Bu bakış yorumbilgisinde tam nereye denk düşeri sonraya bırakalım (Dilthey?), şimdilik bizi aşar). Kültürü yaşatmak adına yapılan her çalışma saygı duyulması gereken bir emek neticede.



Bugün için "Bir Tutam Mavi" deki bazı düşünceler tartışılabilir. Aksini düşünmek zamanı ve sonra yaşamış olanların akıllarını küçümsemek olur. O zaman nasıl tartışmaya açıksa bugünde tartışmaya açık olacak. Dil üzerinden ya da başka bir mesele üzerinden o dönemi yargılamakatan ziyade, o dönemi katkılarıyla beraber bütüncül bir bakışla değerlendirmek daha doğru olur sanırım.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Beklemek

Rekabet sahada, tribünde, pazartesi kızdırmalarında olur.

Hoyrat bir rüzgâra maruz kalan ile, tökezleyen ile rekabet olmaz. Orda bazen susarak; bazen yersiz,zamansız, aptalca şakalara engel olunarak; gidişat haddi aşarsa destek olunarak kardeşlik olur. Zor durumda olanla rekabet olmaz, zor durumundan istifade edilmez

Susmak, beklemek gerek bazen ve herşeyin aslında bir oyun olduğunu unutmayarak. Her spor klubünun mazisinde de bir şeyler olduğunu hatırlayarak.

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Sivas


Sivas, propagandaya açık olmanın bir neticesi. Propagandanın aklı, vicdanı nasıl maskelediğine bir örnek.

Bir mezhebe, siyasi görüşe sahip insanlarının hepsine böyle bir sonu reva görebilmek için zihinlerin bu çarpıtmaya nasıl bu kadar açık kalabildiği sorusu acı bir soru ve o koca guruhun içinde "bir dakika biz ne yapıyoruz" diyebilecek birinin olmaması. Malesef Kahramanmaraş'tan, Çorum'dan gelen ve devam eden bir geleneğin halkası. Hasta bir anlayışın, hemen proveke olabilen bir görüşün bu devamını iyileştirmek, tedavi etmek için ne yaptık.

"Şeytanlaştırma"ya karşı ne kadar yol aldık? Ruh hastalarının dışında her insanının iyi ve kötü yanlarının olduğu; bir düşünceyi, dini anlayışı esas alarak insanları iyiler, kötüler diye ayırmanın yanlışlığını bir şekilde geleceğe aktarmak zorundayız. Bu konuda durumumuz hâlâ pek parlak değil. Ne yazık ki bu hastalıklı damarı besleyen internet siteleri, gazeteler, isim yapmış yazarlar bugün de mevcut. Bugün de münzevirlikle, dedikoduyla, röntgencilikle, gelişmiş teknoloji kullanılarak bu damar yaşatılıyor.