31 Ağustos 2012 Cuma

yarasız

Yaratılanı sev yarasından ötürü

ki yaratmamış hiç yarasız yaradan

kardeş kılmış yaralardan ötürü

----

Yaratılanı sev yaradan ötürü

ki yaratmamış hiç yarasız yaradan

kardeş kılınmış insan yaralarından



http://en.calameo.com/read/0010824431e2ddc3eec64 (Dilek Irmak'ın yazısına istinaden)

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Ne kadar...


Bugün TRT de, Can Yücel'in kızı Su hanımın babasını anlattığı güzel ve uzun bir belgesel vardı. Belgeselde babasının, şiir yazarken, ritmi sağlamak için sürekli yürüdüğünü söyledi. Keşke anilarını yazsaydı da, bunun nasil yapıldığını anlatsaydı diye düşünmeden edemedim.

Programda kendi sesinden şiirlerine de yer verildi. Gayrı ihtiyarı, o muthiş mısraıni uzun ve kisa heceler olarak tekrarlayıvermişim;

Ne ka dar / ya lan sız / ya şar sak / o ka dar / i yi

*  * - / *  -  - /  * - - / *  * - /  *  *

Kadar da sapka var mi onu bilmiyorum. Fakat bu haliyle de uzun/kısa heceler acisindan bir simetri var. " iyi" ile de noktayi koyuyor. Tekrarlayan "kadar" kelimesi ile -ya hecesi ve -a harfleri mısranın su gibi akmasını, akilda kalmasinı sağlıyor.

Manasi ? Herhalde insan hayatında bir tek bu mısraı yazsa yeter:))


9 Ağustos 2012 Perşembe

Aklın yolu...

Ateşiniz varsa ya da öksürüyorsanız dondurma yemez, soğuk su içmezsiniz
Tansiyonunuz yüksekse, başınız dönüyorsa koşmazsınız
Şekeriniz çıkmışsa tatlıdan uzak durursunuz
Komşunuzda birileri kavga ediyorsa dalıp ev halkına birbirlerini yaralayacak şeyler vermezsiniz.
Aklınız yerinde ve kimse sizi böyle bir şeye zorlamıyorsa.

2 Ağustos 2012 Perşembe

Günden kalanlar


Edep Ya Hu - Hat Muhammet Behiri

http://www.aksam.com.tr/haci-bektas-veli-ve-tasavvuf-7384y.html

"Bu isimlerin bugün bile saygı ile anılmasını sağlayan bazı ortak özellikleri vardır. En başta da güvenilirlik.."


Gölpınarlı Dede'nin Fütüvvet vurgusundaki ısrarı anlamak için Hasan Bey güzel bir hatırlatma yapıyor. Moğol istilası yüzünden, toplumsal bağları zayıflamış, kendi derdine düşmüş bir toplumda tasavvufunda tek başına yapılamayaşı, gözlerin bu dağılmış topluma kayıtsız kalamayacağı. Barış içinde, çalışan, yaşayan bir toplum inşasında güvenilirlik önemli bir ilke. Güvenilirlik neticede bir hâl, insan(/canlı) seçmeyen bir hâl. Öyle temel bir ilke ki, şunlara güvenilir olmaya gerek yok demeyi mümkün kılmıyor. 


"Yetmiş iki millete" saygı, o günler dikkate alındığında, nüfus olarak sayıca bugünden hayli fazla farklı inanıştakilere yönelişin (tek sebeb bu olmasa da) pratik bazı neticeleri de var. Zihinlerdeki barış, huzur arayışı kendi çevresi ile sınırlandığında karanlık bir gölgeyi (farklı olana düşmanlığı) da içinde taşır. Bu gölgenin varlığı ise her zaman bir tehdittir. Nerde, hangi şartlarda büyür, gelişir, kime zarar verir bilinmez. Fakat yine de, "Yetmiş iki millete saygı"yı bir faydaya bağlamak yerine, onu insani bir ilke olarak koymak her zaman daha sağlıklı gibi duruyor. 


İmanın akla bağlanması bugün bile zor kavranır şeylerden. İnsanın kendi iç dünyasını, çevresini dikkate almadan düzenleyebilmesi ne kadar mümkün.Ya dışarısı için güvenililir olmayanın, iç dünyasında tutarlı, dingin olabilmesi, bir kişilik inşaa edebilmesi? Ve böyle huzursuz, rahatsız bir ortamda imanın yeşerebilmesi?