"Economist: 'Türkiye Avrupa'nın Çin'i': Savaş sonrası dönemin çoğunda Türk ekonomisi, Çar Nikola'nın ifadesiyle Avrupa'nın hasta adamıydı. Bugün enflasyon daha düşük, bankalar sağlam ve Türkiye OECD içinde en hızlı büyüyen ekonomi. İmalat ve inşaat sektörü çok güçlü. Türkiye, bugün mobilya, araba, çimento, ayakkabı, televizyon ve DVD oynatıcıları üretiyor. Bir anlamda Avrupa'nın Çin'i demek de mümkün."
http://www.cnnturk.com/2010/ekonomi/dunya/10/22/economist.turkiye.avrupanin.cini/593941.0/index.html
Avrupa'nın Çin'i ne demek? Konuyu biraz (önyargılarımız üzerinden)kurcalarsak birbiriyle çelişen seçenekler ortaya çıkıyor :
1- Türkiye üretimde Avrupa'dan daha maharetlidir. İmkanları sanayi üretmeye müsaittir bu yüzden benzer imkanları bir araya getiremiyen Avrupa karşısında sanayi üretimini becerebilmekte ve büyümektedir.
2- Sanayi Avrupa için artık karlı bir alan değildir. Benzer üretimi Asya'da herhangi bir ülkeye yaptırmak firmaları için daha karlıdır. Türkiye'nin avantajı daha yakın olmasıdır. Buna dışında Asya'ya göre daha kaliteli üretim yapabilme ile daha düşük işçilik üretim yapmayıda ekleyebiliriz.
Avrupa'da da işsizlik olmasına rağmen niye Türkiye o zaman? Niye Avrupa işsizliğe rağmen kendi üretmiyor da ithal ediyor? Buna şu cevap verilebilir belki, üretim kararları ve satın almalar piyasa üzerinden yapılmakta, şirketler ise Avrupalı işsizi bu anlamda göz önünde tutmuyor. Bir de buna üretimde ithal girdinin yüksekliğinden edilen şikayetleride eklersek aslında üretimin göründüğü gibi avantajlı olup olmadığını bir kez daha sorgulamak gerekir.
Aslında üretimin bir "kaynak aktarmaya" döndüğünü kabul etsek bile; çalışanalar için istihdam, devlet için vergi, firmalar için kârı kaybetme ihtimali karşısında üretmeme kararı almak burda zor gözükor. Aynı zamanda işsizlik baskısı, kırılgan sektörlerden; turizm, tekstil, inşaat sektöründen çekilmeyi engellemekte diyebiliriz sanırım.
"Avrupa'nın Çin'i" olmak ne kadar kârlıdır bunu zaman gösterecek. En azından bunun uzun vadede sürdürülebilir bir durum olmadığını, ancak kriz dönemlerinde mecburen kabul edilebilir bir hâl olduğunu söylemek doğru olur. En azından bir zorunluluk olarak. Uzun vadede gelir dağılımının ve refahın bu yolla sağlanamayacağını söylemek herhalde yanlış olmaz.
Tabii bu görüşün varsayımı devletin bir şekilde sektörlerin gelişmesini düzenlediği varsayımına dayanıyor. Ekonominin bir bilim olduğunu; akılla öngörülebilir, düzenlenebilir ve yönlendirilebilir olduğunu kabul edersek; bunun yönetenler ve seçmenler için bir sorumluluk alanı olduğunu söylemek durumunda kalırız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder