31 Aralık 2010 Cuma

Açık toplum - 2084 - Bilim kurgu denemesi



Sene 2084 tü galiba tam emin değilim, eve geç gelmişim, lambayı yaktm ve perdeleri açtım. Sokak yeni takılmış lambalarla pırıl pırıldı; perdenin açılmasıyla bana dönen kameraya başımla bir selam verdim.

Yemekten önce televizyona bakmak istedim. Alt komşumuzun geçen aylık görüntüleri ve telefon kayıtları bu akşam yayınlanacaktı. Resmî kanalın hazırladığı portaldan onu seyretim, gene kilolu çıkmış çok sıkıcıydı. Sanırım benim de zayıflamam lazım, ben de kilolu çıkıyorum. Politikacılardan ve din adamlarından bir kaç kişiyi seyrettim ve haberlere baktım. Pek bir şey yoktu, açık toplum karşıtı bir kaç organizasyon yöneticilerinin sızlanması vardı, erdemden falan bahsediyorlardı. Özel hayat diye bir şey tutturmuşlar, teknoloji bu kadar gelişmişken ne mânâsız bir şey. Eski zamanlarda insanların herşeyi gizli imiş. Gizlilik, kötülüklerin de gizlenmesine sebeb olur diye açık topluma geçmedik mi? Başkalarının ayıbını, kötülüğünü niye gizleyelim? Sebeblerle sonuçlar ve mekanik bir dünya içinde değilmiyiz ki? Başka ne olabilir ki bunun dışında?

(Devam edebilir)

29 Aralık 2010 Çarşamba

Şiddetin görünür hâle gelmesi...




Televizyonda şiddetin görünür hâle gelmesi ve gittikçe artması neticesinde, bunun toplumda da şiddeti artırabileceği konusunda tartışmalar evvelce çok yapıldı. Bu tartışmaların odağındaki dizi Kurtlar Vadisi idi. Dizide ölenlerin, yaralananların haddi hesabı yoktu. Silahın kullanılması, ölümlerin çokluğu yanında konuşulmayan bir şey daha vardı. Cinayetlerin işleniş şekli. Baltayla, kılıçla ölenlerin ölüm şekli, bunun ekrandan gösterilmesi üzerine ise pek tartışılmadı. Son zamanlarda basında, televizyonda karşımıza çıkan cinayetlerin işleniş şeklinde benzer bir şekilde yaratıcılık, çeşitlilik var. Eskisine göre daha gaddarca, vahşice olanları gezetelerden televizyonlardan seyrediyoruz, okuyoruz.

Kurtlar Vadi'sinde geçen hafta bir eşik daha geçildi. Henüz bebek sayılabilecek Ali Memati öldürüldü. Belki de ekranlarda ilk kez bir bebek cinayete kurban gitti. Bununu sonucunda öldüren için ölüm meşrulaşırken, ki takip edenler bunun intikamını bekleyerek izleyecekler, bir bebeğin de öldürülebileceğini gördük. Bu normal bir şey değil. Hangi hastalıklı ruhun eseri olursa olsun, bir dizide rol için dahi yapılmış olması rahatsız edici.



Ölüm cezasını kaldırmış bir ülkede hak için, adalet için işlenen cinayetlerin ekrandan görünmesi insanların zihninde onu haklı göstermeye yeter mi? Ya da böyle bir kanaate yol açar mı? Biz yoksa idamı özelleştirdik mi kaldırırken farkında olmadan.

Silahlanma yasaları mecliste beklerken toplum hafızasında bir bebeğin, bir dizide de olsa, silahla öldürülmesini açıklamak, üzerine düşünmek lâzım. Şu söylenebilir, ama bunları izleyenler normal insanlar, vicdanlı insanlar; silahları olsa da bunu yapmazlar. Bunu söylenlere şu cevabı vermek isteriz, evet bunları seyredenler arasındaki çoğunluk normal insanlar ama bu dizileri normal olmayan ruh hastası insanlarda izliyor. Ve bu normal olmayan insanlar yapacaklarında sınır tanımama konusunda bu dizilerden pekala da ilham alabilir. Hakkı için, adalet için şiddet kullanma, kullanabilme fikri normal insanlarda ise başka türlü, (dayak, işkence vs) ortaya çıkabilir.

Toplumda şiddetin artışını tamamiyle bir diziye bağlamak belki yanlış olur. Ama bir katkısı olduğunu da inkar etmek güç olacaktır.

Sanırız hem silah kullanımını daha kolaylaştıran kanunun, hem de dizilerdeki şiddetin reyting uğruna gittikçe tırmandırılmasının üzerine tekrar düşünmek lâzım.

14 Aralık 2010 Salı

Sürgün hâli


Sürgün kelimesi bir kaç gündür kafamda dolanıyor, önüme çıkıyor. Farklılıklarından dolayı gönüllü/gönülsüz sürgünler çoğalıyor etrafımızda galiba. Bazen bir mecburiyet, başka türlü yapamıyor oluş, bazen de doğuştan gelen bir özellik, bazan ise yaşanmışlar sürgün sebebi. Kabullenilmiş, kırgın bir kabuğuna çekilme, insansızlaşma hâli- sürgün hâli. Bir kendini kaybetme hâli değil bu sanki, daha çok kaybedememe, uyanık bir benle dolaşma. Bu yüzden bir bireyselleşme, sıradanlığın ıstırabı değil; toplulukta kaybolma, yabancılaşma da değil sanki.

12 Aralık 2010 Pazar

Soğuk rüzgar

Buz gene çatırdıyor

Soğuk bir rüzgarsa hatırlatıyor

Bir kayalığın kenarındaki

Durgun denizle,

Bulutsuz parlak gökyüzünü

11 Aralık 2010 Cumartesi

Minik eller üşümesin, minik ayaklar donmasın



1 MK bu senede güzel bir kampanya başlatmış.

Bu seneki kampanyanın sloganı "Minik eller üşümesin, minik ayaklar donmasın"
Kampanyanın önceliği "önce bir ayakabı.. sonra bir eldiven..."

Bu güzel kampanya için A. Şebnem Soysal ve Engin Bal' a teşekkür ediyoruz.

"Ben de armağan yollamak istiyorum." deyip katılmak isteyenler için mail adresi birmilyonkalem@gmail.com

Web Adresi
http://1milyonkalem.blogspot.com/2010/12/yeni-kampanya-minik-ayaklar-usumesin.html