28 Kasım 2007 Çarşamba

Çöl üzerine devam ediyoruz

Öyle uzaktırki Leyla ve öyle de yakındır. Bazen belirir hayali ve artık o leyla leyla olmaktan çıkmıştır, bir tatlı hayaldir, zaman zaman beliren.

Varlık ile yokluk arasında Mecnunu tüketen ama güçlendiren aynı zamanda.

Şimdi artık daha dik Mecnun, sürüldüğü çölün kızgın ateşi dağladı onu ama yok etmedi. Üstüste açılan yaralar kanar hep ama ne gam.

Her yer çöl ve yalnızlık olduktan sonra ha çöl olmuş ha şehir ne farkeder.

Bir çöl faresi geçer önünden , bir doğana av olmak üzere; yenenler, yenilenler. Çöl onun ezeli yurdu, baktı çöle şefkatle , çöl ona emanet,o çöle. Belkide bütün macera bu çöl tahtını ele geçirmek içindi. Faresiyle, doğanıyla hepsi ona emanet

26 Kasım 2007 Pazartesi

Üzerinde düşündüklerimiz : anlamak , yorumlamak ?? versiyon 0.1

(Bilenlerden özür dileyerek, bu karışık mevzuda bir, iki fikir yazmayı deneyeceğiz. Maksadımız http://www.felsefeekibi.com/site/default.asp?PG=1404 adresindeki yazıyı anlamak :)

Bir metnin (yada sanat eserinin) farklı anlamlarının olabileceği ve bunların yorumuna ihtiyaç duyulacağı hakkında.

Bu yazıda tersinden hareketle , eserlerin yada metinleri yoruma ihtiyacı olmayacağını savunmaya çalışarak tersinin mümkün olup, olmadığını anlamayı deneyeceğiz.

Bir metnin (yada sanat eserinin) farklı anlamlarını açıklamaya ihtiyaç var mıdır?

Pratikten hareket edersek : Kanun metinlerinde yasa koyucu ile uygulayıcı aynı şeyi anlamak zorundadır. Özellikle vergi kanunlarında , ceza yasalarında. Bir beyannamenin verilme süresi yada bir hırsıza verilecek ceza aynı kanun yürülükte oldukça değişmemek zorundadadır. (kanunun lafzi ile kanunun ruhu mevzuunu açmak lazım)

Kuranı Kerim üzerinden düşünürsek iman et ve iyilik yap (salih ameller işle) 1 temelinden farklı bir yoruma gitmek neredeyse mümkün değildir. (zahir ve batın olarak açılmaya ihtiyaç var)(birde sıradan insanlar bu metinden anlamazlar gibi gayet tehlikeli bir mevzuu var)

Sanat eserlerinde , ortaya çıkan imajın farklı anlaşılması mümkündür. Gene de belli bir amaçla yazılmışsa örneğin siyasi bir düşüncenin anlatılması maksadıyla eser ortaya konmuşsa , seyredenlerin talebide muhtemelen bunun almak yönünde olacaktır. (Yani bu eserin yazılış gayesini bilerek (kitap,film) seyircisi/okuyucusu olacaklardır) Soyut bir sanatın, yada müzik eserinin yada da seyirci hedeflenmeden yapılan sanat eserlerinde muhtemelen çıkarılan anlamlar, alınan duygular farklı olacaktır. Yine de bir mona lisa insanlarda ne kadar değişik hisler uyandırabilir.(burda siyaside olsa bir sanat eserinde yine de sanatkarlık yapılabilceği dolayısıla yoruma gerek olabileceği üzerinde düşünülecek)

Burda dönüp geleneksel sanatlar üzerinde fikir yürütmeye çalışalım. Bir ebru da yada hattan izlyenden beklenen beklenen izleyici bir ilahi neşeyi ortaya çıkarması, huşu duygusu uyandırması yada en azından dinginlik vermesidir.(aşağı yukarı aynı amaca hizmet eden duygular, bir birlik yada bütünlük bahsi açılıp, geliştirilebilir belki ) Burada fark eserden anlayan sanatkarla, bu sanatı bilmeyen kişiler arasındaki fark olacaktır. Ama neticede varılan şey izleyen herkes içinde ilahi neşe , huşu duygusu uyandırmak olacaktır. Kişisel farklar olabilir mi ? Bunun için daha evvel eserle bir geçmişe sahip olmak, yada eserdeki bir motifin izliyicide geçmişiyle ilgili bir şey uyandırması gerek.

Bir metnin birden fazla anlam ihtiva etmesi yada anlamın belli sembollerin arkasına gizlenmesi yani yoruma ihtiyacı olmas o metni hazırlıyanın en azından böyle bir niyetle yazmış olmasını gerektirir. Anlatıcı böyle bir şeye niyet etmediyse tek bir şeyi anlatmaya niyetliyse ve okuyan burdan başka manalar çıkarıyorsa bu tamamen okuyucunun böyle bir netice çıkarma arzusundandır. (arzusu kelimesi burada eğreti oldu ama başka bir kelmede bulamadım)

(konu hakkında okukça, geri dönülecek)
Devam edecek...

1 Aliya İzzetbegoviç-İslam Deklarasyonu sh.127

24 Kasım 2007 Cumartesi

Felsefeyi sevdirmek üzerine

(Semazen.net forumundaki felsefeyi nasıl sevdirebiliriz başlıklı yazıya cevaben)

Felsefe ile ilgili zorlukların başında buyurduğuğunuz gibi bir terminoloji sorunu var. Bu zorluk felsefeyi anlamayı güçleştiriyor günlük hayatın dışında soyut bir dünyaya olarak görülmesine sebep oluyor.

Bunun yanında birde aklın din konusunda yetersiz kalacağına dair bir düşüncenin var olmasıda, felsefeye soğuk bakılmasına sebeb oluyor.

Aklın kurallar koyma, benzer olayları toplama , sistem kurmaya çabalama eğilimi vardır. Bu da en nihayetinde akli sistemler kurmaya götürür insanı..

İlahi emir açık bir şekilde iyiliği emret, kötülüğü men et der. Bu en azından biz beşer seviyesindeki insanlar için bir seçim demektir. İyi ile kötü arasında bir seçimde ise akla ihtiyacımız var. Keza gene iyi amellere bizi sevk edende, ister korkuyla ister sevgiyle, akıldır, bilgidir . Aksini düşünürsek büyük evliyaların ve din adamlarının senelerce tahsil yapmaları anlamsız kalır.

İslamın yükselme devrinde gene bir çok bilim konusunda faydalı buluşlar ve bilim adamları yetiştirilmiştir.


Bir bilgi kaynağı olarak akıl yine de her zaman doğruyu vermiyebilir. Akıl menfaatine, nefse uyabilir, kendine nedenler , gerekçeler icad edebilir. Böyle durumlarda birçok kimse için alınanan kararlar insani olmaktan çıkar. Bir bilgisayarın kararı daha doğru olabilir.

Kanatimizce akıl din için gerekli, olamazsa olmaz bir şeydir ama tek ve yeterlide değildir. Akılsız olmayacağı gibi sırf akılla da olmaz.

Doğrusunu Allah bilir.

17 Kasım 2007 Cumartesi

Adalet üzerine küçük bir deneme

Ötekinin adaleti her zaman güce dayalı bir adalettir. Yanlışı hatayı görür. Oysa adaletin temeli insan olmalıdır.

Haksızlığa uğradığını iddia eden ya da buna inanan bu haksızlığı belli bir grupla ilişkilendiryorsa kadın, erkek, sağ, sol vs vs bu grubun gücüyle, hayatı öteki üzenden anlayışı üzerinden gerçekleştiğnden hep bir kötü ötekine ihtiyaç duyacaktır ve bu da peşinden insana değil de güce dayalı bir adalet fikrini getirecektir. Adalet güce göre işleyecektir, insana göre değil sosyal kampların gücüne göre koparabildikleri menfaatler çerçevesinde şekillenecektir. Bu tarz bir adalet fikri ötekinin yaptığı haksızlığı, güçlünün adaleti olduğu için, onaylamak gibi bir çelişkiyle karşı karşıya kalır. Bugün ben güçlüysem ve hakkımı alıyorsam adalet sağlanıyor dersem, dün de öteki , yanlış da olsa, o zaman güçlü olduğu için haklı olur.

15 Kasım 2007 Perşembe

Geleneksel insana ihtiyacımız var mı?


Geleneksel insan kimdir? Gördüğümüzde onları tanırız ve bize varoluşları o kadar doğal gelir ki, onların kaybolmakta olan bir nesilin temsilcileri olduklarını düşünmeyiz. Geleneksel insan dendiğinde akla, dini duyarlılıkları yüksek insan gelir ilk anda, lakin her dini duyarlığı olan insan kanımızca kastedilen manada geleneksel insan değilidir. Kastetiğimiz bu insanın iki temel özelliği vardır, geleneksel sanatlardan en az birinden , çoğu zaman bir kaçından anlarlar ve küçük ekonomiler içinde yaşarlar.

Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden,
Ve ondan anlamayan, bir şey anlamaz bizden!.. (Yahyâ Kemâl)


Geleneksel insanın bir sürü ayırd edici özelliği vardır. Bunların başında ince bir zevke sahip oluşları gelir. Geleneksel sanatlardan bir yada bir kaçını bilirler. Ama en çok da müzik hakkında bilgilidirler. Bir müzik aleti çalabilirler yada hiç olmazsa çalanı tanır ve bilirler.

Hz.Pir mealen bu coğrafya için : Bu topraklarda şiir söylediğini , başka bir yerde olsa belki de vaiz olacağını söyler .

Köyünde geleneksel insanı vardır ve en az şehirli kadar duyarlıdır.

İnsanın ruhuna dokunan (ve içerideki insanı uyandıran) her müzik (yada hat, tezhip ve diğer geleneksel sanatlar) yaşar ve yaşamalıdır. Bu klasik türk müziği olur, halk müziği olur (yada başka bir müzik) insanın ruhuna dokunabilme gücü kadar değerlidir. Bir feryaddan yada kederden doğmuştur. Bu toğrağın kederlerinden, feryadlarından. Bu yüzden de bu sanatlar ve bu insanlar bizim kimliğimizdir.

Geleneksel sanatların eğitimi meşk usulu iledir ve sabırlı insanların işidir. Burada naçizane düşüncem bu imkanları elde edemiyen insanların da iyi birer dinleyici, en azından değerli eselerlerden anlayan onları takdir edebilen insanlar olarak yetiştirilebilmelerinin bir yolunun aranmasıdır.

Geleneksel insan dendiğinde aklıma Niyazi Sayın, Mustafa Düzgünman, Ahmet Yüksel Özemre ve onun anlattığı aktar dükkanındaki insanlar gelir aklıma. Benzeri bu coğrafyadan (ve belki balkanlarda) başka bir yerde bulunması zor ,birden fazla sanat hakim , gönül ehli.

Geleneksel insanın bir boyutu ise küçük ekonomiler ile meşgul olmalarıdır. Bir bakkal, aktar olarak çıkarlar karşımıza. Büyük paraların sermayenin peşinde değillerdir. Bu paranın hayatın amacı olmadığına dair inançlarındandır. Damda zürafa aranmayacağı (Mesnevi) nüktesine uygun bir hayat tarzıdır. Paraya karşı tavırları nötr dür. Yani ne yanında , ne de karşısındadırlar. Günümüzde tekelleşen ekonomiler, bu gibi küçük ekonomilerin yaşamasına izin vermemektedir. Büyük işletmeler ile küçük işletmeler arasındaki rekabeti küçükleride gözetecek şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.

Üzerinde düşünülmesi gereken kritik soru şudur: Ne olmazsa müslüman ve türk (birbirinden ayrılmaz şeklinde)olma özelliği ortadan kalkar.

Neticede evet geleneksel insana, sükunet içinde yaşayan insana ihtiyacımız var.

11 Kasım 2007 Pazar

Uyuyakalmışım

Yattığım yerden sıçradım

Gene uyuyakalmışım

Avuçlarıma kum dolmuş

Kervan yola koyulmuş

Topladım öteberimi telaşla

Tekrar koşuşturmaya başladım

Ufukta kaybolmakta olan

Kararaltının peşinden

9 Kasım 2007 Cuma

Karar verme üzerine notlar

Bu yazı, Mesnev-i Şerif de geçen Hz. Ali kıssasından yola çıkarak, nefs sorgulanmasının bir bilgi kaynağı olup olamayacağı hususunda düşünmek, fikir geliştirmek denemesidir.

Felsefeci değiliz, felsefe konusunda da çok bilgimiz yoktur. Belki daha önce söylenmiş bir sözü söylüyoruz, ya kulağımızda bir yerden kalmıştır yada yaza çize o sözü ikinci kez farketmişizdir. Daha evvel söylenen sözler konusunda titiz devranmaya çalışıyoruz ve alıntıları veriyoruz. Gözümüzden kaçanlar olursa afola.

Karar verme, hürriyet problemiyle alakalı bir eylemdir. Hür olan karar verir, sorumluluk üstlenir. Ve bir şey eğer verilecek kararlarda etkili oluyorsa buna bilgi diyebiliriz.

Bir şeylere karar verme aşamasında kararımızı etkelyen bir çok şey çıkar karşımıza. Bunlardan hangisi seçtiğimiz yada nelere göre karar aldığımız birazda bizim karaktarimizle, dünyaya bakışımızla alakalı birazda galiba.

Rastgele verilen kararların dışında, alınan kararların hepsi bir bilgiye dayanır. İyi yada kötü bir gerekçeye sahiptir.

Benim tespit edebildiğim karar vermede dörd aşama yada bilgi kaynağı var. (Bunlara başka bilgi kaynaklarıda eklenebilir) Bilimsel bilgi, Dini bilgi, Ahlaki bilgi yada vicdani tavır ve nefsin sorgulanması.

Bilmek,ilim- Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, (TDK sözlüğü)

Bilimsel bilgi:

Daha evvel gözlem ve araştırma sonucu elde edilmiş bilgiye dayanarak verilen karalar.Bilimsel bilgi mekanik bir yorumdur. Akla dayanır. Daha evvel konulmuş kuralları referans alır. Felsefe bilginin kaynağı konusunda üç adet çözüm sunar ve hepsi de bilimsel bilgiyle ilgilidir. Kısaca bakarsak :


Akılcılık (Rasyonalizm)

Akılcılık, bilginin kaynağının akıl olduğunu; doğru bilginin ancak akıl ve düşünce ile elde edilebileceği tezini savunan felsefi yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre deney yolu ile elde edilen bilgi kesin bilgi değildir, geçicidir. İnsan duyum ve algıları geçici, doğuluğu kesin olmayan bilgiler verir. Eski Yunan'da rasyonel bilgi ile duyu organlarımızın sağladığı duyusal bilgi arasında fark olduğunu belirten ilk filozoflar Herakleitos, Parmenides, Sokrates, Platon ve Aristoteles'tir. Yeni çağ akılcıları ise Descartes ve Hegel'dir.


Deneycilik (Empirizm)
Deneycilik, bilginin duyumlar sayesinde ve deneyimle kazanılabileceğini öne süren yaklaşımdır. Deneyci yaklaşıma göre insan zihninde doğuştan bir bilgi yoktur. Bu nedenle akılcılık yaklaşımına karşıdır. Akılcılığın insan aklında doğuştan ilkeler varolduğu varsayımına karşıdır. Doğru bilgi duyular vasıtasıyla deney yolu ile elde edilebilir. Bütün bilgilerin ilk kaynağı duyudur. Deneycilik yaklaşımının önemli filozofları John Locke ve David Hume'dur.


Analitik Felsefe
Felsefeyi düşünsel bir etkinlik olmaktan çıkarıp bir dil analizi olarak algılayan felsefi akımdır. Bilimlerin dilini çözümlemeye ve onların kavram yapısını araştırmaya öncelik verilir. Ludwig Wittgenstein akımın önde gelen temsilcilerindendir.

"http://tr.wikipedia.org/wiki/Epistemoloji"'dan alındı


Dini bilgi :

Dini bilgiden kasıt kitabi dini bilgi. Herhangi bir olaya göre değilde daha evvel din alimlerince yada bilginlerce kurallarlaştırılmış bilgi.

Vicani/ Ahlaki Bilgi:

Karar vermeyi etlileyen kaynaklar dikkate alındığında vicdan da bir bilgi kaynağıdır. Aslında vicadanın oluşumunda birinci kaynak dini bilgidir. Ama farklı mezhepler, coğrafi şartlar ve yaşanan her olayın kendine has özellikleri onu vicdani bir sorgudan geçirmeyi zorunlu kılabilir. Dini bilgiden farklı somut olaylar karşısnda alınan bilgiler kararlar.

Vicdan her zaman doğru kararlar vermeyebilir. Yanılabilir, yanıltılabilir ve bazen tamamen susar.

Nefis e dönerek alınan kararlar.

Beşer seviyesindeki bizler için son iki kategori ,nefs ve vicdan, insan olmakla alakalıdır.

Nefs içe dönük bir bilgidir. Beş duyudan değil de şuurdan elde edilen bir bilgidir. Aynı vicdan gibi, insanın hali ile alakalı bir bilgi. Uyanık ve kendinde olan bir insanın bilgisidir.

Mesnev-i Şerif de Hz. Ali nin hikayesi kısaca şöyledir:


Ali dedi ki: “Ben kılıcı Tanrı için vuruyorum. Tanrı kuluyum ten memuru değil!
Tanrı aslanıyım heva heves aslanı değil... İşim, dinime şahittir.

3790. Ben “Attığın zaman sen atmadın, Tanrı attı” sırrına mazharım. Ben kılıç gibiyim, vuran o güneştir.
Ben; pılımı pırtımı yoldan kaldırdım; Tanrıdan gayrısını yok bildim.
Bir gölgeyim sahibim güneş... Ona hacibim hicap değil.
Kılıç gibi vuslat incileriyle doluyum; savaşta diriltirim, öldürmem.
Kılıcımın gevherini kan örtmez. Rüzgâr nasıl olur da bulutumu yerinden teprendirebilir?
Saman çöpü değil; hilim, sabır ve adalet dağıyım. Kasırga dağı kımıldatabilir mi?

3795. Bir rüzgârla yerinden kımıldanıp kopan bir çöpten ibarettir. Çünkü muhalif esen nice rüzgârlar var!
Hışım, şehvet ve hırs rüzgârı, namaz ehli olmayan kişiyi silip süpürür.
Ben dağım; varlığım, onun binasıdır. Hattâ saman çöpüne benzesem bile rüzgârım, onun rüzgârıdır.
Benim hareketim, ancak onun rüzgarıyladır. Askerimin başbuğu, ancak tek Tanrının aşkıdır.
Hiddet, padişahlara bile padişahlık eder, fakat bize köledir. Ben hiddete gem vurmuş, üstüne binmişimdir.

3800. Hilim kılıcım, kızgınlığımın boynunu vurmuştur. Tanrı hışmıysa bence rahmettir.
Tavanım, damım yıkıldı ama nura gark oldum. Toprak atası ( Ebu Turab) oldumsa da bahçe kesildim.
Savaşırken içime bir vesvese, bir benlik geldi; kılıcı gizlemeyi münasip gördüm.


Bu suretle “Sevgisi Tanrı içindir” denmesini diledim; ancak Tanrı için birisine düşmanlık etmeli.
Cömertliğimin Tanrı yolunda olmasını, varımı yine Tanrı için sakınmamı istedim.

3805. Benim sakınmam da ancak Tanrı içindir. Vermem de... Tamamı ile Tanrınınım, başkasının değil.
Tanrı için ne yapıyorsam bu yapışım, taklit değildir; hayale kapılarak, şüpheye düşerek de değil. Yaptığımı, işlediğimi, ancak görerek
yapıyor, görerek işliyorum.
Hüküm çıkarmadan arayıp taramadan kurtuldum. Elimle Tanrı eteğine yapıştım.
Uçarsam uçtuğum yeri görmekteyim, dönersem döndüğüm yeri.
Bir yük taşıyorsam nereye götüreceğimi biliyorum. Ben ayım, önümde güneş, kılavuzuyum.

3810. Halka bundan fazla söylemeye imkân yok; denizin ırmağa sığması mümkün değildir.
Akılların alacağı kadar aşağı mertebeden söylemekteyim. Bu, ayıp değil, Peygamberin işidir.
Garezden hürüm ben; hür olan kişinin şahadetini duy. Kul, köle olanların şahadetleri iki arpa tanesine bil değmez!
Şeriatte dâva ve hükümde kulum şahitliğinin kıymeti yoktur.
Senin aleyhinde binlerce köle şahadet etse şeriat onların şahadetlerini bir saman çöpüne bile almaz.

3815. Şehvete kul olan, Tanrı indinde köleden, esir olmuş kullardan beterdir.
Çünkü köle bir sözle sahibinin kulluğundan çıkar,hür olur. Şehvete kul olansa tatlı dirilir, acı ölür.
Şehvet kulu, Tanrı’nın rahmeti, hususi bir lûtuf ve nimeti olmadıkça kulluktan kurtulamaz.
Öyle bir kuyuya düşmüştür ki bu kuyu, onun kendi suçudur. Ona cebir değildir, cevir de değil!
Kendisini kendisi, öyle bir kuyuya atmıştır ki ben o kuyunun dibine varacak ip bulamıyorum.


Hikayenin Tamamı
Düzeltilecek

Büyük Filozoflar




Büyük Filozoflar
Platon'dan Wittgenstein'a Batı Felsefesi


Çeviren: Ahmet Cevizci

Yazar : Bryan Magee


PARADİGMA YAYINLARI

Felsefeye merakınız, felsefi problemlere ilginiz mi var? Batı kültür tarihini, Avrupa'nın ikibinbeşyüz yıllık entelektüel serüvenini öğrenmek; günümüz dünyasını yaratan fikrî zemini tanımak mı istiyorsunuz?
Bryan Magee'nni Batı'nın büyük filizoflarını anlatan Büyük Filozoflar adlı eseri, bütün bu amaçlara hizmet eden eşsiz bir felsefe tarihi niteliğinde. Hem popüler, hem alabildiğince teknik; bir yanıyla sistematik, bir yanıyla da tarihsel bir eser.
Kitap Batı düşüncesinin kilometre taşlarında duran büyük filozofları felsefe öğrenmeye, felsefe yapmaya, felsefi sorgulamaya çok uygun düşen bir yöntemle tanıtıyor. Büyük filozofların düşünme tarzlarını, kendilerine konu edindikleri felsefi problemleri, dünyaya armağan ettikleri büyük teorileri ve derin ufukları, akademik kariyerlerini hemen tamamen onlardan birini anlama ve yorumlama işine adamış, kendileri de birer filozof olan ünlü yorumcularla tartışıyor.


http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=47347&session=77601536882261969593&LogID=

7 Kasım 2007 Çarşamba

İncinmemek ? - 1

Cihan bağında ey dil,

Budur maksûd-ı ins ü cin;

Ne senden kimse incinsin

Ne sen bir kimseden incin.



Yolcunun kimseyi incitmemesi lazım. Yoldaki vazifelerden biri gönül kırmamak, ah almamak. Beşeriz yapsakda gönül almasını, af dilemesini bilmek lazım , lazım da.....

İncinmemek nasıl bir sırdır? Nasıl bir ruh halidir ?

İnsanı ne incitir? Dostların kaprisleri, menfaatperestikleri, vurdumduymazlıkları. insan yakınına incinir. Aslında incinmek insani bir duygdur ve vefa bekleyenin ama bulamayanın ruh halidir.

Tasavvuf diyor ki ey yolcu evet bir vefasızlık gördün ama incinme. Muhtemelen fiil ile faili ayır demek istiyor. Parçalara , şekillere takılma diyor.

Birşeyleri haketmediğimizi düşünürüz. Belkide sır burda gizlidir ,hak etmek.

Peki bekledğimiz şey bizim hakkımız mıdır? Bu hakkı neye dayanarak isteriz?

Sorular çoğalıyor...