24 Ağustos 2011 Çarşamba

"En" blogger mimi

Bir iki gün önce takip ettiğim bir iki blogda görmüştüm. Yeni bir mim dalgası başlamış. Psikopati sağolsun bizi mimlemiş. Mimin konusu :

En İyi Tasarıma Sahip Blogger, En Güncel Blogger, En Meraklı Blogger,
En Çok Bilgilendiren Blogger, En Çok Eleştiren Blogger,En Çok Kendini Anlatan Blogger, En Akıcı Yazan Blogger, En Çok Güldüren Blogger

üzerine.

Adet olduğu biz de mim rüzgarına uyalım. Kategoriler üzerinde dağılmadan, işin kolayına kaçarak, en çok takip ettiklerim en sevdiğim bloglardır mantığıyla yazalım.

2007 ağustos'unda blog yazmaya karar verdiğimizde, kendisini örnek aldığımız hocamız Hüseyin Saraçer'in blogları  en sevdiğimiz bloglardır. Bu siteler, her gün sabahleyin, yeni bir yazı var mı yok mu diye kontrol ettiğimiz ilk sitelerdir. Bu, bizim için bir nevî sabah ritüelidir. Hocamızın sabırla, nezaketle teşviki olmasa, yazdığımız kargacık, burgacık şeylere çoktan son veririrdik herhalde. Yemek aralarında, beyanname yaparken aklımıza gelen dağınık fikirlerin serpiştirildiği, kötü imlalı yazılara her zaman iyiniyetiyle gereğinden fazla değer vermiş, yazmaya teşvik etmiştir.

Hocamızdan sonra yeni yazı var mı diye konrol ettiğimiz üç kızkardeşlerin blog sayfalarıdır: Psikopati , Xibalba ve Windrider .  Birbirinden değerli  bu kızkardeşlerin yazdıkları sayesiyle hayatın nasıl neşeli bir şekilde yazılacağını öğrenmiş olduk. Yorumlara verdikleri içten cevaplar içinse her zaman müteşşekiriz.

Küçük öğrencilerinden vakit buldukça yazdığı şiirleri bizlerle paylaşan değerli öğretmenimiz, Mukkader hanımın sitesinde bulduğumuz her yeni şiir de ayrı bir değerdir bizim için.

Eskiden beri takip ettmekte olduğumuz sevgili Kali de;  güzel şiirleri, değerli fikirleriyle yeni ufuklar açar her zaman.

Yeni bloglardan Narda ise, yazdığı kitap yorumları, takip ettiği güncelle yeni fikirlerin oluşmasına, eskilerin gözden geçirilmesini sağladığı için sevdiğimiz bloglardandır.

21 Ağustos 2011 Pazar

Can Yücel'in Mezarının Tahrip Edilmesi Üzerine

Cenaze üzerinde söz söyleme hakkı kimin? ya da mezarı üzerine. Bu irade, öncelikle ailesine ait olmalı. Onaylamak da,  şikayet de onların hakkı, sorumluluğu. Ailenin düşüncesi sorulmadan, oluru alınmadan söylenen sözler hep eksik.

Kendi cenaze törenleri için alışılmadık isteklerde, alışılmadık/aykırı taleplerde bulunanlar olabiliyor. Bir geleneğin ki, bir başkasına aykırı gelebilir ya da. New Orleans'ta bandolu cenaze merasimi doğalken; Hindistan'da, Ganj nehri üzerinde yakarak ölüye veda doğal. Ya da kendi geleneğine aykırı bir biçimde küllerinin Boğaz'a serpilmesini istiyen de çıkabiliyor. Bu,  ölmüş bir kişinin son yolculuğunda dahi bir mesaj, bir ses verme isteği, bir nevi son söz. Her zaman uygulanır mı, uygulanabilir mi? Ugulanması cesaret isteyen istekler bazıları.

Canlılar gibi; ölüler de, mezarları da bize emanet, hatıralaralarıyla birlikte. Mezara, mezarlığa soğuk bakan, "yeri belli olmasın" diyen bir geleneğe sahip değiliz. İstinalar yok değil, ama istisnalar da garipilkten, melametten. Bambaşka adreslerden bir "çınar gölgesi" dileyişte bundan muhtemelen. Ölüm ve mezar üzerine yüklediğimiz anlamlar değişik olabiliyor. Bir kavuşma günü olarak kutlanabildiği gibi.


Can Yücel herkesin kendinden bir şeyler bulduğu bir şair. Kendinde Neyzen Tevfik'in de, Deniz Gezmişin de, Şeyh Galibin de izlerinin olduğu bir isim.

Bir mezara şarap dökülmesinden şikayetçi olan mezarın tahribinden de sorumluluğu almak zorunda. Şarap dökülmesi bir çok kişi gibi bizi de irkilti, fakat böyle isteklerin yeni olmadığını bazı cenazelerde yapıldığını duymuştuk.. Böyle bir talep benden istense, vasiyet edilseydi yapmaz, yapamazdım belki. Fakat ailesi bir sorun olmadığını söylüyorsa, homurdanır bir ses çıkarmazdım sanırım.

Mezarların tahrip edilmesi ise bir barbarlık. Düşüncesizce, siyasi kaygılarla verilmiş bir beyan, uzatılan bir mikrofana hazırlıksız verilen bir demeç insanları harekete geçirebiliyor. Mezar taşları, hatıraları gibi emanet. Önemli kişilerin mezarları yatanı hatırlatan, anlatan birer küçük anıt. Eski mezar taşlarında da yatanın kimliğine ait pek çok işaret bulunuyor. Bunlar, benzer özellikler taşısa da, yapan ustanın becerisi ile diğerlerinden farklılaşmış her birer küçük anıt.



Daha evvel, Leyla Gencer'in cenazesi için yazdıklarıma göz attım, epeyi uklaca yazmışım. O yazıya da bir parantez ekleyelim burdan, kimsenin aidiyetinin nerde olduğunu sorgulamak bizim işimiz değil. Vasiyetleri ne kadar aykırı olursa olsun. Belki, bir son söz olarak verdiği mesaj/simgesel anlamlar üzerine, nasıl hatırlanmak istediği üzerine konuşulabilir; ölenin böyle bir arzusu olduğu varsayılarak.O zaman ki toplumsal yapı bu tarz eleştiriler için daha hoşgörülü idi.







18 Ağustos 2011 Perşembe

Gel!

Gelen çilesiyle, sorularıyla, biriktirdikleriyle geliyor. Kendi sorularına bir cevap arıyor çoğu kez, bir nefes alma, bir ferahlık duyma derdinde. Yeni bir elbise giymeye mecali yok çoğu zaman. "Bir kez gelen çıkamaz" tarzında bir mafya örgütlenmesi değil bu kapı, ya da bir misyonerlik teşkilatının bekleme salonu. Gelenin ayakta karşılandığı, ayakta uğurlandığı bir kapı. Sohbetin, dertleşmenin, insanlık sofrasının herkese açık olduğu bir kapı.

  Gelinen yer ise, zamanının sorularıyla cebelleşen bir yer aynı zamanda. Ne gelen ne de gelinen bir kararda. Gelen de, gelinen de kendi çilesinde, kendi sorunlarında; henüz verilmemiş kendi cevaplarının peşinde.

  Çoktan kalkmış bir kervan değil burası. Elbette, kervanda kalmaya niyeti olan ile kervanı ziyarete gelenden beklenen aynı değil.  Herkese açıklık, herkesle- her düşünceyle yol almak değil. Evin oğlundan, kızından beklenen ile muhabbetle ziyarete gelen ya da çilesinin derdiyle kapıyı çalıp soluk almaya gelenle aynı değil .

7 Ağustos 2011 Pazar

Hâl

Zaman olur ki, hâl, zamanı billur bir hâle getirir. Bazen kırık bir gönül uyandırır zamanı, bazen de talih adamlığın elinde tutar uyanık bir zamanın kapısına bırakır. Billur zaman kırık gönüllerin, yatağa yorgun dönen adamlıkların kapısında bekler. Bilir ki yumuşamiş kalplerdir bu hâlin yegane alıcısı. Billur zaman için, "hâl"in kapısını açtığı yerin, kullandığı vasıtaların önemi yoktur, bir dağ başında da olabilir bir başka yerde de; zira o hakedene açilacaktir.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Kötü geleneği devam ettirmek


Hüsnü Mübarek'in mahkemesi başlamış. Mısır'ın devrik lideri, mahkemeye sedyeyle geririlmiş ve muhaliflerine yaptığı şekilde kafes içine alınmış. Görünen, Arap Baharının yeni liderlerinin, kendilerinden evvelkilerinin dilini kullanmakta sakınca görmedikleri. Adaletin gerçekleştirilmesine, intikam ve rövanş istiyenlerinin sesleri de karışmış. Ortdaoğuda normalleşme arzusu, "kötü geleneği" devam ettirme ile bir soru işaretiyle buluştu. Adaleti, intikam ve rövanş alma ile gerçekleştirmek ve sulandırmak değişen pek bir şeyin olmadığına işaret.