30 Ocak 2008 Çarşamba

Tevazu

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre : Kendi değerini olduğundan aşağı gösteren, başkalarını küçük görmeyen, büyüklenmeyen (kimse), mütevazı:
"Güzel çehreli müsteşar bey, nazır beyin kapıcısından daha alçak gönüllü idi."- Ö. Seyfettin.


Neden tevazu , tevazunun sahtesi, sahtenin sürekliliği zor. Kendimize dönerek yaşadığımız bir şey, farkları görmemek, farklardan geçmek, bir eşitlik arayışından çok, içinde bulunulan zamanda yaşanan iyinin tüm zamanlar için geçerli olmadığının farkında oluştur .

Tevazunun yol kesicilerinden, insanlar arasında eşitsizlik fikri üzerine : İnsanlar arası eşitsizlik fikri aklın anlama mecburiyetinden doğmuş bir yanılsama.Akıl anlamaya çalışır sınıflar, tanımlamaya çalışır farklar üzerine çalışır. Bir yere koyabilmek , tanımlamak için önce farkları değerlendirir. Belki buna sebeb; bizden bağımsız varolan, karar veren , bizi etkileme gücüne sahip bir şeyle, birisiyle birlikte olma gerginliğidir. Eğer ilk kabül baştan farklı ve bir sürü irade üzerine kuruluyorsa ,bunların dost/düşman olma ihtimali varsa; her yer çatışma alanı oluverir ve bu bir mecburiyet halini alır. Saf anlama ve tanımlama insani değerlerden ve zamandan çıkartılmış tanımlamaları içerir ki, aydınlama sonrası batının bir yerde bilimsel anlama çabası methodunu ürünü bu.

İnsanları değerlendirken hep kendi pencerimizden değerlendiriz. Ya bizden eksik yada fazladırlar. Ya bizden akıllıdırlar yada .. Bu yüzden bize göreler onlara duyduğumuz saygıyı yada saygısızlığı belirler, tavrımızı şekillendirir. Görmezden gelmek yada hasetden kurtulmakmadıkça, bize görelerden sıyrılmadıkça tevazuu duyamayız. Tevazu bize görelerin dışında bir yerde olmalı. Ortak ve değerli olan bir şeyin karşısında...

Bu haliyle tevazu bir eşitlik arayışı mı, hayır burası ancak bir başlangıç olabilir. Başka insanları , varlıkları kendinden düşük görmemenin,büyüklenmemenin. Tevazuyu orataya çıkaran saikler bambaşka kaynaklardan beslenmekteler.

Burada da birlik kuralı çalışıyor gibi gözüyor. Doğuda erdem olarak kabul edilenlerin hepsinin birbiriyle bağlantılı olduğu ,hakikatın değişik görünümlerinden biri olması, o an için yaşanması gereken halin bir icabı, belki de anın yegane doğru cevabı. İçinde merhamet ve şefkat bulunmayan bir eşitlik ne kadar tevazuya yaklaşabilir. Belkide tevazunun doğulu bir kavram olmasının sebebi merhamet ve şefkatle kurduğu bağdadır. Burada bir parantez açmakta fayda var, bu yazıda bahsedilen batı, aydınlanma sonrası batı (doğunun karşıtı)dır, hiristiyan ahlakının tevazu ya bakışı, bunun günümüze bırakmış olabilaceği tortu hakkında fikir sahibi değiliz.

Bir başarıda insan kendini niçin olduğundan daha küçük göstersin yada yaptığı şeyi önemsiz kabul etsin. Ya mütevazi olduğu için bir övgüyü daha hak etmek yada bu övgüye kapılıp kendini olduğundan daha yüksek görmemek içindir. Tevazunun pratik faydası ben daha hayırlıyım a yakalanmamaktır. Buna kendinde bir irade vehmetmeyide ekleyebiliriz.

İnsanın elinde kendini değerlendirme konusunda doğru bir ölçü yok. Yaptığı yada eylediği iş ile olan zihinsel bağı bir tutunmaya dönüşebilir. Elinden yada dilinden çıkmış güzel bir şeye karşın her zaman arkasını dönüp gidemez. Bazen gözlerini ve zihini yaptığı şeyden alamıyabilir, aklı orda takılı kalabilir. Ve yaptığı işin ona bir varlık izafe ettiğini düşünebilir, o işten kendine dönerek kendinde bir varlık bulmaya çalışabilir.

Bunun ne zararı var? İlk başta yaşadığı anı kaybeder ,onu değerlendiremez, geçmişe takılı kalır. Karşındakilerden bir takdir beklentisi içine girer.

Tevazu çok az insan için ise yaşanan/yaşanmaya çalışılan bir haldir. Burda bir başarı yada güzelik sonrasındaki geri çekilmeden ziyade , çevredeki herkese karşı duyulan bir emanet hissiyle karışık duyulan saygının ifadesidir. Tevazu burada bir geri çekiliş değil , önünü görmek için geri duruştur, dikkat kesiliştir.

Aldatıcı sağlık, hastalıktan daha kötüdür. Mütevazı görünen öyle kimseler vardır ki;kendilerini herkesten üstün görürler de tevazuu lütuf gibi etrafa saçarlar. Yaman Dede


devam edecek, derlenip toparlanacak, düzeltilecek

29 Ocak 2008 Salı

Hermeneutik ve Hümaniter Disiplinler







Hermeneutik ve Hümaniter Disiplinler

Hüsamettin Arslan
PARADİGMA YAYINLARI

Yorum, köken bakımından aracılık ilişkisinden, farklı dillerin konuşucuları arasındaki aracılık etme fonksiyonundan doğmuştur; yani, o kaynağında mütercimle ilgilidir ve daha sonra, anlaşılması zor metinlerin şifresinin çözülmesine dönüşmüştür. Ve dilin merkezi konumundaki aracılığının kendisini, önceden belirlenmiş anlamıyla felsefi bilince sunma yolunda yorum, felsefede anahtar bir konum elde etmiştir. Kavramın mesleki hayatı Nietzsche ile başlamış ve bütün bir pozitivizme meydan okumaya dönüşmüştür. Kendisinden yola çıkılarak kesin başlama noktasının, tümelin, yasanın, kuralın aranabileceği veya dolayısıyla keşfedilebileceği belirli birşey var mıdır? Dünya ile insan arasındaki tam aracılığın asla bütünüyle kurulamamasını sağlayan şey yorumdur. Bütün bilginin temeli olarak tezler üzerinde kesin uzlaşmaya inanç yada Protokollsatze, Viyana Çevresi'nde bile varlığını sürdüremedi. Doğa bilimleri alanında dahi, bilimsel bilginin temellendirilmesi, "veri" sayılan şeyin yorumdan koparılamaması gerçeğinin hermeneutik sonuçlarından kaçılamaz.

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=89136&sa=33502968

25 Ocak 2008 Cuma

Dinlemek

İnsan ne anlatır, kendini en fazla, onun olmayan eğretidir (çünki) , başka bir şeyi anlatmak içindir, anlatılamıyanı, bir derdi belki. Saçama sapan düşüncelerin, sohbetlerinde belki bir anlamı vardır. Bir imdat çağrısıdır, çıkmazdayımdır.

Söyleyecek sözü olmak güzel, sözü olduğu halde söylemeyi beceremiyeni ne yapmalı, dinleyeni bulamıyanı. Dinlemekte bir insanlık, tevazuyle , çözüm bulamasada, hali paylaşmak , anlamaya çalışmak, kederle kederlenmek, neşeyle neşelenmek,umursamak.

24 Ocak 2008 Perşembe

Tahakküm üzerine

Tahakküm arzusu sinsi bir düşman, farkında olmadan bağımlısı yapıveriyor. Arkasından egonun diğer hastalıkları tahakkümün açtığı kapıdan usulca giriveriyor, insanların sevgisi, yanılmazlık duygusu, kendini diğer insanlardan bilgili kabul etme, başkasını küçük görme ...

Tahakkümün uygulandığı yerde özgür düşünce yoktur; yapanda da, yapılanda da huzur yok. Baskı üzerine kurulu denge bıçak sırtındadır. Her an dağılmaya, çatışmaya açık.

Bizi ilgilendiren insanın tahakkümü niçin seçtiğidir, niçin bağımlısı olduğudur. Çözülmesi gerken sorunumuz çıkarların, sabit fikirlerin dışında kişinin kendi bütünlüğünü, moral varoluşunu sürdürmek için uyguladığı tahakkümün sebepleridir. Aklın ve vicdanın sustuğu firavunun üstünlük saplantısının varolduğu yerdir, yolunu yitirmiş kişide , bir yol kesici olarak, yoldan alıkoyan ve yolda olana düşman .

20 Ocak 2008 Pazar

İnsaniyet namına..

İnsaniyet namına nedir? İnsan oldığunu hatırla, şu an rüzgara kapılmış gidiyorsun, insan olduğunun hatırla ve müdahale et. İnsaniyet namına bir hatırlatmadır, durmayı, tekrar değerlendirmeyi, yeniden bir bağ kurmayı diler. Varsa insanlıkla yüzleşmeyi ister, bir dönüş isteğidir, imdat çağrısıdır

15 Ocak 2008 Salı

Bilet

Hayattan aldığımız tüm kaleleri

Geri vereceğiz yavaş yavaş

Sesizce alacak elimizden

Bir sabah uyandığımızda bakacağız

Elimizde bir şey kalmamış

Kalkan son trene bir biletten ve

Bavulumuzdaki kirli çamaşırlardan başka

2 Ocak 2008 Çarşamba

Futbol/Politika sohbeti- Kendini açma(ma)k

Genelde hepimizin yaptığı futbol sohbeti/ politika sohbeti en zararsız sohbetlerden biridir. Kişinin kendini açmadan sohbet yapmasına imkan tanır, bir miktar şiddet arzusunu törpüler, yeni insanlar ile tanışmasını sağlar.

Kendinden bahsetmeden, kendini ifade etmek.

Futbol/politika sohbeti çoğunlukla belli önyargılar üzerinden yapılır, belli kabüllerin onaylanması yada reddedilmesi üzerinenedir, çoğunlukla uzlaşmayla bitmez; katılanları, orada bulunanları taraf olmaya mecbur bırakır. Sohbetin kalitesi tartışılır ve insanı sohbet kalitesi üzerine düşünmeye sevkeder.

Bu tarz sohbetler üzerine düşünürken hep bir ama tetikte bekliyor. Toptan reddetmek pek mümkün gözükmüyor ama sorgulanmayada ihtiyaç var galiba.

Kendini açmayan insan, insan ruhunun iç içe geçmiş başka katmanlarının da olabileceği fikrine götürür. Her zaman kaşımızdakinin açılacak bir kapısı daha vardır onu tanıyabildiğimiz, tanımamıza fırsat verdiği kadarını biliriz.

Devam edecek

1 Ocak 2008 Salı

Felsefeye giriş - 1 ve 2



Arka kapaktan - 2 cild
----------------------

(1901-1974) İstanbul´da doğdu. Mülkiye´den mezun oldu, 1924-33 arasında çeşitli kentlerin liselerinde tarih, coğrafya, psikoloji ve sosyoloji öğretmenliği yaptı.

1933´teki Üniversite Reformu ile İstanbul Üniversitesi´nde görevlendirildi.

1949´ta felsefe profesörü oldu. Sosyoloji Bölümü´nün kurulmasını ve kurumsallaşmasını sağladı. 1944-48 yıllarında İTÜ´nün daveti üzerine burada sanat tarihi dersleri verdi. Çalışmalarını uluslararası platformda da sürdürdü. UNESCO üyeliğinin ardından ISA´nın (Uluslararası Sosyoloji Derneği) kurucu üyesi, sonra da başkan yardımcısı oldu ve 1953´te 15. Uluslararası Sosyoloji Kongresi´nin İstanbul´da toplanmasını sağladı.



Genç yaşında başladığı, sosyolojiden felsefeye, tarihten edebiyata ve sanata uzanan çeşitli alanları bütünleştiren yayın faaliyetini yaşamı boyunca kesintisiz sürdürdü.

Kültür ve düşünce dünyamızdaki etkisi, geride bıraktığı 1300´ü aşkın makale ile

aralarında Çağdaş Düşünce Tarihi, Aşk Ahlâkı, 20. Yüzyıl Filozofları ve

Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü´nün de yer aldığı 70´i aşkın kitapla sürüyor.


Ülken´in Seçme Eserleri kapsamında yayınladığımız Ziya Gökalp ve Millet ve Tarih Şuuru´nun ardından üçüncü kitap olarak Felsefeye Giriş´i okurlarımıza sunuyoruz.


İki cilt olarak hazırlanan Felsefeye Giriş´te, günümüze kadar yazılmış benzerlerinden farklı olarak bütün bilim ve felsefe konularına temas ediliyor. Problemler ve doktrinler, felsefe ve bilimin tarihi gelişmesi içinde birbirine bağlı olarak inceleniyor.


Bu ilk ciltte, felsefenin doğuşu, mantık problemi, bilgi ve varlık kuramları,

matematik düşünce, fiziki ve biyolojik bilimler ele alınıyor.