17 Temmuz 2016 Pazar

5




NEDENSELLİK?

Mesnevî 'nin 129. sayfadan itibaren, taassubu yüzünden Hristiyanları öldüren, onlara eziyet eden Yahudi padişahının hikayesi anlatılmaya başlanır. Aslında bu hikayenin kahramanı padişah değil, düzenbaz veziridir. Düzenbaz vezirin Hristiyanları kandırmak için yaptıkları anlatılırken, hikaye bir yerde kesilir ve birbirinden ilginç iki metafora yer verilir.

Biz şu ambara buğday yığmadayız; Derken yığılmış, toplanmış buğdayı yitirip gitmedeyiz

Aklımızı başımıza alıp hiç düşünmüyoruz ki buğdayın eksilmesi farenin yüzünden.

380 Fare ambarımız deleli, ambarımız, onun düzeniyle yıkılıp gitmiş.

A benim canım, önce farenin zararını gider de ondan sonra buğdayı yığmaya giriş.

* O gönüllere gönül kesilenin haberlerinden birini duy; hani "Namaz anca gönül huzuruyla tamamlanır" der.

Ambarsa hırsız bir fare yoksa, peki, kırk yıllık kulluk buğdayı nerde, hani?

Her günün parça parça meydana gelen gerçekliği, neden ambarımızda toplanmıyor?

Çakmak taşından bir çok kıvılcımlar sıçradı; o yanmış yakılmış gönül hepsini de kabullendi.

Fakat karanlıkta gizlenmiş bir hırsız var ki o kıvılcımlara parmak basmada.

Gökyüzünde bir ışık bile parlamasın diye o kıvılcımları söndürmede.

Yardımların bizimle oldukça o aşağılık hırsızdan korkarmıyız hiç? AG

*

İç içe geçmiş iki metafor: Kulluk ambarını gizlice yağmalayan fare, önümüzü aydınlatacak olan ışığı söndüren bir gizli el.


İlk benzetme bir öğüdü içerir; eğer fareyi uzaklaştırırsanız maksadınıza ulaşırsınız diyecek gibidir. Ama tam bu denecekken, iş bir nedensellikle sonuçlanacaken Mevlâna durur ve ikinci benzetmeye geçer. Bu sefer başarıda Yaradan’ın yardımına işaret eder. Tek başına okunduğunda her ikisi de oldukça soyut iki öğüt. Bir yanda insanın emeği var, diğer yanda Tanrı'nın inayeti. Çelişik mi?

*
İşe ilk hikayeden başlayalım.

Kulluğu kemirip tüketen Fare neyi sembolize eder?

Dikkatli okuyucu bir, iki sayfa evvelki beyitleri hatırlayacaktır. Geriye gidip, şu beyitlere bakalım :

367 * İşte bunun için kimi Sahâbe, Peygamber'den azgın nefsin düzenlerini öğrenmek isterdi.

Nefis, ibadetlere, öz temizliğine, gizli garezlerden neler katar diye sorarlardı.


Ondan, kulluğun üstünlüğünü aramazlardı; görünen ayıp nedir, onu söyle derlerdi, onu araştırırlardı. AG.

İkinci beyitteki öz temizliği ilginç bir kavram, altını çizmek lazım.  
( 364 - Nefis,ibadetler ve ruhî ihlaslara ne  gibi fasit ve gizli garazlar karıştırır, diye sorarlardı.TM. )
Buradan çıkarabileceğimiz basit ve net sonuçlar var; öz temizliği sabit bir şey değildir ve insanın kurtuluşu ile hakikatı kavrayabilmesi için hayati bir öneme sahiptir. Öz temizliği nefsin yanlışlarıyla kirlenebilmekte, insanın doğruyu yanlıştan ayırma melekesi zarar görmekte, iç huzuru kaçabilmektedir. Özetle, kötü huyun, dolayısıyla kötü eylemin insanı yoldan alıkoyan bir niteliği var.

Nefisle mücadele bir yerde insanın elindedir. insanın kendi ufkundan baktığında görebildiği ve elinden gelen kısmına işaret eder bu ilk metafor. (Burada akla gelen şu ayeti not etmeden geçmeyelim; Abdülbaki Gölpınarlı Çev. : 53/NECM-39: Ve gerçekten de insan, ancak çalıştığını elde eder.)

Başa dönersek öz temizliği ne olabilir? Öz temizliği dendiğinde ne anlamalıyız? Örneklerden yola çıkılarak verilen tanımlar hep eksik tanımlar olsa da, biraz erken ve eğreti bir tanım vermeyi deneyelim : Öfkesini yenmeye çalışan, kibriyle mücadele eden, huylarını güzelleştirmeye çalışan insan özünü temizlemeye çalışan insandır diyelim.

Öz temizliği bu anlamda kendi eylemine ve haline dönük uyanık bir bilinci de gerektiriyor. Bu bilinç aynı zamanda yaptığı ve yapacağı eylemleri tartacak, eski tecrübelerinden sonuç çıkaracak, yeni normlar inşa edecek bir akla da sahip olabilmeli.  3734 no'lu beyitten itibaren anlatılan Hz. Ali kıssası bu konuyla ilgilidir. Batıda kendilik bilinci üzerine Michel Foucault’nun Doğruyu Söylemek adındaki incelemesi gene burada anılabilir.

Ne için?

Hikayede düzenbaz vezirin hilelerini bir kısım Hristiyanlar fark eder ve ondan uzak dururlar.  Mevlâna vezirin hilelerini anlayanlar ya da sezenler ile onu fark etmeyenler arasındaki farkı anlatmak isterken bunun sebebini bu iki metaforla açıklama yoluna gider.

Hikayenin konusu Hristiyanların vezirin hilelerine kanması üzerinedir. Bu iki metaforu bu bağlamda ele almak onu daha anlaşılır kılabilir. Yine de eski eserlerde bu gibi metaforların bambaşka yerlerde kullanılabildiğine, bağımsız bir şekilde bir anlam ifade edebildiklerine de rastlıyoruz.

Sonuç olarak, eğer insan daha gayretli olsa, ambarda fareyi engellese kulluk buğdayı ile dolu bir ambara sahip olacaktı bu da onu yanılmakatan koruyacaktı.

*

Buraya kadar incelediğimi bakış insan ufkundan bakıştır. Oysa konunun bir başka yönü de vardır, Tanrının eylemin sınır koyamama, kader, kaza. Hikayede bir yargı vermeden ikinci metofora, (Tanrı'nın inayetine) geçilerek bir belirsizlik yaratılmıştır. Bu belirsizlik kanımca şu şekilde aşılabilir:  Konuyu "ya o ya bu" ile değil, "hem o hem bu"nun bütünlüğü ile anlayabiliriz. Çünkü, insanın farkındalığı ikisini birden anlamaya yönelik olmalı. Bu ikisi birden mümkün olmadığı için düşünce diyalektik bir yol izler, bütünü sezgi yoluyla kavrar.   Bu ise zamanla bir kavrayış tecrübesi yaratacak bir praksis olacaktır.


İnsanın elinde olan nefsini güzelleştirme çabası ve Tanrı yardımının umududur. Kurtulmuşluğunun ise bir garantisi hiç bir zaman yoktur, olmayacaktır.

Kritik soru, yeteri kadar odunun ya da bonusun ateşi garantileyip garantilemediğidir. Odun ateş için gerek koşuldur ama aynı zamanda yeter koşul mudur? Yeter koşul cevabına evet diyenler bir mekanizme, Tanrıyı bir işe zorlamaya kapı aralarlar diye düşünüyorum.Kanaatim sadece gerek koşulu kabul ederek determinizme istisnalar kapısını aralık tutmaktır. Bu üstü kapalı determinizm tartışmasında çeşitli istisnalarla karşımıza çıkacaktır. Tabii istisnaların da istisnası vardır. Fakat sanırım şimdilik bu iki metafor üzerinden bu konu hakkında kabaca söylenebilecekler bunlardır efendim.