30 Mart 2010 Salı

Şimdilik

Alçalıyor

Alçalıyoruz

Rüzgar hep sert

Donmuş parmaklar

Donmuş yüzleri yoklar

Ölü bir ruhun izini arar gibi


Dönüyor

Dönüyoruz

Tenha köşelerden

Kendimize bakıyoruz

Yapışkan bir ataletle

Mağradaki ateşin başına

Yüz çevirmeden oturuyoruz

En arka safta insanlığımızı arıyoruz

26 Mart 2010 Cuma

Mesnevî Tercemesi ve Şerhi - Abdülbaki GÖLPINARLI (Gölpınarlı Dede)



"Mesnevî, yazıldığı tarihten itibaren Doğu'da, Batı'da, birçok dillere çevrilmiş, esere şerhler yazılmış, bu kitaptan seçmeler yapılmıştır. Ancak yazılan şerhler, aslî nüshaya dayanılmadan, ana kaynaklara baş vurulmadan, kısacası, bugünkü tahlil ve intikad metodlarına uyulmadan meydana getirildiğinden, yazıldıkları çağlara hitab edebilmişlerdir."

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=36262&sa=55981076


Abdülbaki GÖLPINARLI Bibliyografyası





19 Mart 2010 Cuma

Bir sorun olarak aşk cinayetleri ?

Aşk cinayetlerinde bir artış var. Bir yerde sorun olmalı.

Karşılıksız aşkları gençler kaldıramıyor. Sadece gençler mi? Orta yaşlılar da var -aşk yüzünden, boşanmış eşin "hayır!"ından şiddete meyledenler. Bir yerde hata var.

Kafasında kurguladığı bir gelecek planını kendisi için tek seçenek olarak görmek, ona tutunmak; gerçekleşmemesini varlığının reddi olarak anlamak ya da aşağılanma olarak kabul etmek ve onla başedememek ?

Ân'ı yaşama anlayışının başkalarından, geçmişinde elde etmiş olması gereken değerlerden, gelecekte yaşanabilecek olanlardan, öne çıkarak; adeta boşlukta, steril bir ân olarak ân'ı anlama ?

Karşılık bulamamanın ıstırabı, ağırlığı saygı duyulması gereken bir konu. Şiddete yönelme ise kabul edilir değil. Bir cinnet halinin, kaybolmanın neticesi gibi duruyor. "Hayır!"a rıza göster(e)memek, onu anlamdıramamak ya da.

"Hayır!"a hazırlıksız olmak? "Hayır!"ı yaşamamış, tecrübe etmemiş olmakla alakalı bir başedemeyiş, belki?

Biraz ukalâca bir cümle olacak farkındayım ama, "hayır!"a karşı koyabileceğimiz kültürel kodları bir yerden alamıyoruz artık, denilebilir mi?

devam edecek

17 Mart 2010 Çarşamba

Nazik meseleler / İnsaf *

İki özensiz açıklama aynı güne denk geldi. Biri sabıkalıların kantinlerde çalışmasıyla alâkalı, diğeri Türkiyede çalışanların geriye yollanmaları ile ilgili.

Sabıkalılar çalışmamalı mı? Jan Valjan bir roman karakteri evet ama hiç mi bir hakikate denk düşen dönüşümü hikâye etmiyor. Ruhsal problemleri olanlar olabilir içlerinde. Çalıştıkları kantinlerde tehlikeli olabilirler ama bu hepsini birden sanık sandelyesine tekrar oturtmaya yeterli mi? Marifet bunları ifşa etmeden ayıklamakta, onlara da hayatlarını sürdürecek bir imkân bulabilmekte değil mi? Marifet sahiplerini beklemek çok mu saf dillilik bilemiyorum?

İkinci konuda ise resmî açıklama yüz bin kişiden bahsediyor. Oysa bazı ifadelerde pasaport kayıtlarında mesela, bu sayının sadece onikibin kişi olduğu söyleniyor. Mesele aslında sayı da değil. Bir kişi de olsa bu kişinin düzenini bozmak, ekmeğini politik çatışmalar nedeniyle elinden almakta. Bu gücü elinde tutanın işi değilmiş gibi geliyor bize. Sıradan, ihtiyaç sahibi insanların ekmeklerini elinden alacak kadar çaresiz miyiz ?


* TDK -insaf Ar. in¹¥f
a. (insa:fı) 1. Acımaya, vicdana veya mantığa dayanan adalet: Sende insaf yok mu, adamcağız bu borcu birden verirse işi bozulmaz mı? 2. ünl. “Acı, düşün” anlamlarında bir seslenme sözü: İnsaf! Oraya yarım saatte gidilir mi?

Güncel Türkçe Sözlük
----------------------
İnsaf Köken: Ar.
Cinsiyet: Kız
Acımaya, vicdana veya mantığa dayanan adalet.

Kişi Adları Sözlüğü

5 Mart 2010 Cuma

"Olduğun Gibiye" bir not

http://mesneviyiokumak.blogspot.com/2010/03/oldugumuz-gibi-gorunmedigimizde.html yazısının düşündürdükleri:


Olduğu gibi görünüp, göründüğü gibi olmak bir çırpıda kurulacak bir denge değil(öğüt böyle olmadığını varsayıyor). Alışkanlık işi de aynı zamanda. Toplumsallaştırıcı rolünü teslim ettiktikten sonra kişi için dönüştürücü rolü üzerinde de düşünebiliriz sanırım. Ne olduğumuz, ne olmamız, ya da nasıl görüldüğümüz bir (toplum içinde) farkediş ile alâkalı. Ve her yeni konuda yeniden oluşanı (oluşması gerekeni) farkediş. Bu farkediş, farkediş ile kalmıyor, bir dönüştürücü/düzeltici/kendini görüntüsü ile dengeleyici bir eyleme yönlendiriyor. Her zaman, ne olduğumuzu ve nasıl göründüğümüzü bilemeyiz (zihin buna yönelik değildir en azından). İnsanların bizi nereye yerleştirdiği (Cüneyd Bağdadi'nin çocuğun kendisini, bütün gece namaz kılan biri sanmasını, çocuğun arkadaşıyla konuşurken duyması hikâyesindeki gibi) nasıl gördüklerini de bilemeyiz. Oluş ile görünüşü birleştiren bir farkediş ikisini birleştirmek, aynı hale getirmek için her zaman ihtiyaç duyulan bir şey. Ve bu en başta insanın eksikliği (dengesizliği?) düşüncesinden doğuyor.

Şu da söylenebilir sanırım: İnsanın nasıl göründüğünün ve ne olduğunun farkında olduğu zamanlar da vardır. Bunun sürekliği konusu tartışmaya açık olabilir.("Tasavvufun amacı, amaçlarından biri budur, sürekli muhakeme? ya da refleksiyondur" denebilir mi?) Bugün göründüğüm gibi yarın görünmeyebilirim. Bugün olduğumu yarın olmayabileceğim gibi.

taslak