21 Eylül 2019 Cumartesi

35


 
                                                       “Anlamak daima bir haletiruhiyeyledir. * Heidegger.


Hz. Pir daha en başından neden aşkın altını defalarca kalın çizgilerle çiziyor?

20. Denizi bir testiye dökersen ne alır? Bir günün kısmetini…
Harislerin göz testisi dolmadı. Sedef, kanaatkâr olduğundan inci ile doldu.
Bir aşk yüzünden elbisesi yırtılan, hırstan, ayıptan adamakıllı temizlendi.
Ey bizim sevdası güzel aşkımız; şadol; ey bütün hastalıklarımızın hekimi;
Ey bizim kibir ve azametimizin ilâcı, ey bizim Eflâtun’umuz! Ey bizim Calinus’umuz! C.I


Beyitlerin bize söylediği net bir şey var: Aşkın, nefsin hastalıklarını tedavi ettiği. Hırsın, kibirin, azametin ilacı. Hz. Pir, nefsin hastalıkları konusuna Mesnevi’de tekrar tekrar dönüyor.

Bu haliyle aşk, doğaüstü, kavranamaz aşkın bir şey değil. En azından henüz değil. Gayet pratik, anlaşılır bir yerden başlayıp ona bir işlev yüklüyor. Günlük hayatta hepimizin aşina olduğu negatif duygular üzerinden bir açıklama getiriyor. Bu şu demek değil, aşkın tek yararı insanı kötü duygulardan kurtarmak. Aşkın olumlu sonuçlarını da anlatıyor. Padişah ve cariye hikayesinde, Bedevi ve karısında, Bakkal ve dudusunda. Bu seferde karşısındakini, ötekini fark etmek, onun gözünden bakmak, ona yönelmek için bir araca dönüşüyor aşk.

Muhtemelen nasıl (hissederek) görüyorsak öyle bir dünya tasarımlıyoruz. Fiillerimizi de tasarımladığımız bu dünyayı gerçekleştirmek için gerekçeliyoruz, anlamlandırıyoruz, var ediyoruz. Bu çabanın değere dokunan kısmı ise doğrudan etikle ilgili.

Aşkın etiğe, insanlığımıza olan katkısı anlama tarzımıza yaptığı katkı üzerinden olmalı. Ki meselenin sadece etik olmadığı ama temelinin bu olduğunu da ekleyelim. Eksik olduğunda üzerine bir şey eklemek mümkün değil.

İnsanın yargılarında otomatik pilot görevi gören vicdanın gelişimine bir etkisi olmalı. Sosyal ben, ferdi ben meselleri. Yani başkasının tavrını üzerime almak, söylediğimizi kendimize de söylemek, tavrımıza eleştiri getirebilmek ve genel ötekiye karşı tavır geliştirebilmekle. 

Vicdan çoğu zaman bir muhakemeye gerek kalmadan bizi otomatik olarak iyiye yönelttiği için önemli, merhamet gibi. Aşk dışa dönük bir ilgi olarak bize, bir başkasının bakışından kendimizi ve dünyayı görmeyi talim ettiriyor. Buna bir başkasının kederini, acısını, çaresizliğini, ufkunu, sınırlarını görmek de dahil. Bu sayede yeni durumlar karşısında verilen yeni hükümler ile vicdani hafızaya yeni ilgiler yükleniyor olabilir.

Vicdanın çok da etkilenmediği ama bize kendini bir görev olarak dayatan durumlar olabilir. Mesela bir hayvan sever için bir karıncanın ya da böceğin hayatı, kedisi ya da köpeği kadar değerli olmayabilir ama yine de onların yaşam hakkında olduğunu düşünüp ona saygı duyabilir. Yani bir tümel bilgi, anlayış geliştirmek Aşkın burada bir rolü varsa başkasına olan faal ilgiyi canlı tutmasında olabilir. Bu ilginin var olabilmesi için bazı duvarların yıkılması lâzım. İşte Mevlâna, muhtemelen o duvarları hırs, kibir, büyüklenme olarak görüyor.

Devam edebilir.


*Varlık ve Zaman sh.150

20 Eylül 2019 Cuma

34


  
Kısaca yazacağım, uzun uzun yazıp örneklendirmek gerek ama vakit yok. Belki ilerde

Bedevi ve Karısı hikayesinde, karısının ağlaması üzerine Bedevi’nin tavrında oluşan değişim Mead’ın* ferdi benine işaret ediyor. Yani bu şekilde okumak da mümkün. Aynı şekilde “Dudu kuşu ve Bakkal” ve “Hz. Ali” kıssalarını da. Mesnevî ferdi benliğin ortaya çıkışını anlatan hikayeler açısından çok zengin.

Bu ne işimize yarar? Nefsin hastalıkları ile uğraşan dervişin davranışlarını gerçekleştirirken kendini herkesin tavrını anlayacak şekilde konumlandırmasını öğrenmesi gerekir. Sosyal ve ferdi bir benliği gerçekleştirmeden nefsini görmesi mümkün değildir.

Bu konuda Mead’ı okumamızı tavsiye eden Hüseyin Bey’e de binlerce teşekkür.

*Herbert Mead - Zihin, Benlik ve Toplum

9 Eylül 2019 Pazartesi

33




Müziğin bir nağmesi, gelenekle oluşmuş bir çini motifi toplumsallığı ve onun yarattığı anlam bütünlüğünü bireyin zihninde tekrar aktive eder. Bu bütün onun bu bütünlükten anladığı ile sınırlı ve muğlaktır. Bu yüzden kültürel bütünlüğün inşası herkes için ayrı ayrı söz konusu olmalı ve herkesin bu bütünlükten anladığı da farklı olmalı. Aktive edilen içerik, kişi için pekala anlam bütünlüğünü kaybetmiş, bir ritüele ya da hatıraya indirgenmiş olabilir. Bu durumda yüklenilenilmiş anlam bütünlüğü farklı, görünürdeki aidiyet farklı olacaktır.


Sanat eseri ile anlam dünyası arasında şöyle bir bağ olabilir; mesela bir müzik eseri bestelenirken sakinlik ve vakar hissinin o besteye hakim olması düşünülebilir. Ya da bir çini motifi en az çizgiyle çizilmesi kanaati hatırlatabilir. Böylece bir anlam bütünlüğü sanat üzerinden de hatırlatılmış olabilir.