2 Kasım 2020 Pazartesi

45

 39 a ek.

Hz. Ali kıssasında, Mevlâna'nın rıza arayışını eylemin gayesi olarak anması onu bir(nevi) koşulsuz buyruk haline getirir. Rıza gündelik hayatın içinde bir duygu ile var olur. Rıza arayışının bitimsiz bir ilişki haline dönmesinde korku bizi nihayetinde (cezadan kurtulma ile) bir faydaya yöneltecektir. Etiğin gerekçelemesinde( /hakikat arayışında) faydanın dışına aşk ile çıkarız. Aşkın varlığı ise bir beklentiyi ortadan kaldırır. O bir hâlin beklentisiz yaşanması halidir. Korku sadece bu halin kaybedilmesinde olabilir, ama yine de bu bir beklenti değildir.

21 Ağustos 2020 Cuma

44



Sanırım saliki kendi hakkında dehşete düşüren en büyük keşif, zalimlikten azade olmadığının farkına varmasıdır. Muhtemelen bu yüzden parmak ucunda yürür ve gönül almada aceleci olur. Kendilerini masumiyet zırhıyla korumada sananlar ise bu kapının önünden bile geçememiştir.

6 Ağustos 2020 Perşembe

43


Mevlana'nın dili (Farsça yazmış olması), ait olduğu köken (Belh de doğmuş olması) tartışılabilir, ama kimliği, (eserlerinin) ruhunun Türk, Anadolu, Rumi olması tartışılamaz. Bir başka lisanla yazmış olmasına ragmen en çok burada sevilmiş, kök salmış, yaşamıştır. O, (bu topraklarda) “kendisini sevenlerin şiiri sevdikleri için” şiir söylediğini, Belh' te olsalar şiir yerine başka şeyler yapmak gerekeceğini eklemiştir. Peki şiirin hitap ettiği bu ruh nasıl bir şeydir? Bu Türk, Anadolu, Rumi (/Balkan) olan karışımı, şiire, söze düşkün ruhu tarif etmeye kalksak ne diyebiliriz?  Diğerlerinden ayıran nedir?    

19 Temmuz 2020 Pazar

..


             
              Elden düşme düşler pazarındayım

              Sahipsiz tezgahların arasındayım


ya da 

             Elden düşme düşler pazarındayım

            Sahipsiz tezgahların arasında

12 Temmuz 2020 Pazar

42



“'Hür olmak' demek, kişinin arzu ve isteğinden kaynaklanan hiç bir şeye kul-köle olmaması demektir. Bu da ancak sabır ile mümkündür. Sabır yani insan aklının kötü, yanlış ve çirkin şeylerin verdiği lezzete karşı, heva ve heveslerine direnmesi. //-: İbn Miskeveyh, Tehzîb el-ahlâk” twitterdan alıntı

Kişi hür olmayı niye talep eder? Bir hayatsızlık, dinginlik, seyir için mi? Yoksa hakikatı kavramak için mi? Nefsin neyi örttüğüne bakalım. “Arzu ve isteğin kölesi” olan, pratikte neyi gözden kaçırır? Hürlük, özgürlük ancak hayat için, hakikat için talep edilebilir. Hatta ileri gidip şunu söylemek de mümkün sanırım, tek tek olayların, olguların hakikatini talep etmeyenin bütünün hakikatine talip olması pek de olası değildir.

15 Haziran 2020 Pazartesi

..




Denizdeyim
Ama belli ki
Bambaşka bir denizdeyim
Ve zaman, kim bilir kimin kıymetlisi 

23 Nisan 2020 Perşembe

41


Neşe neticede bir estetik tecrübenin tezahürüdür. Renklerin, seslerin bütünlüğünden, ahenginden duyulan heyecandır. Bir birliği/ahengi sezme, fark etme anı. Estetik tecrübenin bir anlama olduğundan bahsediyorsak onun bir bilgi olduğundan da söz edebiliriz. Peki bilgi için Aristo'nun yaptığı meşhur tanımı, “gerekçelendirilmiş doğru İnanç” tanımı ile birlikte onu nasıl anlamamız mümkün olacaktır. Şimdilik soru olarak dursun.*

İşin soyut olanı kavrama pratiğini bir kenara bırakırsak, beni şimdilik ilgilendiren kısm insanları eşitliyor oluşu. Güzelliğe karşı uyanmış her ilgi (ki uyanmayan da vardır), neşeyle birliğe yönelmiş bir heyacandır da. Uzun karmaşık kitabi bilgiye ulaşma imkanı ya da vakti olmayanı, genetik olarak yeterli olmayanı, hayat gailesi içinde kaybolmuş olanı bir noktada eşitler. Karmaşık bir melodi ya da desen karşısında duyulan heyecan ile doğa karşısında duyulan heyecanın bir farkı kalmaz. Neşe tüm insanları eşitler ve birliğe yönlendirir ve çulha, bakkal, terzi, hallaç, camcı bir olur, eşitlenir.

Eski bir soruya tekrar cevap vermeyi deneyeyim "Tasavvuf niçin neşeye, aşka ihtiyaç duyar?". Çünkü o, insanları eşitleme gücüne sahiptir ve bu da herkese yolda olma imkanı tanıyan belki de yegane şey olarak vardır.


* Kendime not: Gadamer' in estetik bilinç için yazdıklarına bakılacak.

13 Nisan 2020 Pazartesi

40





Fili tecrübe etmiş ve onu farklı yerleriyle tutup tanımaya çalışmış körler kendi tecrübelerini diğerleriyle paylaştığında yeni ve farklı bir tecrübeyle tanışırlar. Öncelikle farklı tecrübelerin varlığıyla karşılaşırlar ve farklı tecrübelerin de olabileceğini öğrenirler. Hakikatin farklı ufuklarıyla tanışıp, kendi ufuklarını genişletirler. Buna ek olarak bir mutlak fikri edinirler. Neticede tecrübe edilen şey aynı ve tek bir şeydir, fildir. Bütün bunları kuran ise birbirleriyle olan diyaloglarıdır.

(Husserl den ilhamla)

4 Mart 2020 Çarşamba

39




Wilhem Dilthey’in, Hermenutik ve Tin Bilimleri kitabında şöyle bir bölüm var:

"Bununla birlikte ifade ve temsil edici sanat, insan yaşamının yeniden üretiminden daha fazlasını verir. Tipsel olanı görmek ve yansıtmak, olaylar/olgular içinde olup bitene kural verme hilesidir. Öyle ki ifade ve temsil edici sanat, görmeyi bir kılavuz olarak içerir." sh 41

Bu haliyle sanat yeni bir insani bakış ve kavrayış önerir. Bunu, dinleyenin, okuyanın ufkunu geliştirerek, sunduğu yeni tecrübelerle, onu yeni tavır alış tarzlarına hazırlayarak yapar. Evreni ve/veya insanı başka bir ufuktan seyretme şansını verirken, onu aynı zamanda yeniden inşa eder.

Diltheye göre sanatçı bunu kendi çağının ortak tipleri ve tekilleşme üzerinden yapar. Adı geçen kitapta Dilthey’n tekilleşme ve tipleme üzerinden yaptığı dönem değerlendirmesinin bir benzerini Mesnevi için yapmayı denersek, Mesnevideki tekilleşme ve karakterlerin ortak tipleri için neler söyleyebilirdik. Bu yazıda bunu yapmayı deneyeceğim.

Mesnevinin karakter ve tipler açısından değerlendirmesi

Bana kalırsa Mesnevideki ortak tema hata yapan insan. Papağanına kızan bakkal, hayatını çeng çalarak geçiren ihtiyar çalgıcı, karısına kızan bedevi, cariyeye aşık olan padişah vs. Temel kabul, insanın kim olursa olsun hata yapabilir oluşu. Mesnevi’nin bize tanıttığı insan bir beşer.

Fakat iş hata yapmakla kalmıyor. Hata yapan bu insan aynı zamanda yaptığı işin sorumluluğunu da alıyor. Sanırım ikinci temel kabul insanın hatasının sorumluluğunu alması olacak. Okuru şekillendiren kısım da hata karşısında nasıl tavır alınacağı üzerine.

Sorumluluk alış derin bir pişmanlıkla birlikte yaşanır. Bu pişmanlık her defasında bir karamsarlığa kişiyi hapsetmez. Aksine bu pişmanlıktan ümitvar bir hareket doğar. Kişi duyulan bu pişmanlık altında ezilip bir köşeye çekilmez.

Hata karşısında irkilen kişi (kendi eylemin üzerinden başkasının buna verdiği tepkiyle onun gözünden) kendisiyle yüzleşir ve bu yüzleşme onu yeni bir hale, duyguya; yeni bir yola taşır. Gündelik yaşamın akışından çıkar. Önceleri pişmanlık duyan ya da kırılan kişi hatasının telafi etmeye çalışır ve iki yöne birden yönelir. İnsanlar arasında hatasını tamir etmeye çalışırken diğer yandan Tanrı’nın sevgisini tekrar kazanma yollarını arar. Dönüşüm iki yönlüdür hem çevrelerindeki insanlara karşı daha gönül alıcı olma hem de Tanrı'ya duyulan mahçup sevgi.

İnsan tabiatına odaklanan bu hikayeler birer dönüşüm hikayesidir. İnsan tabiatının kontrol altına alınması üzerinden doğan bir gerilim. Mesela tekrar terar işlenen konulardan biri öfke kontrolüdür. Yine 5. Ciltte dört temel nefs hastalığından bahseder.

40 Dört yol kesen manevi kus, halkın gönlünü yurt edinmistir.
Bütün gönüllere emir olursan, ey kisi, bu zamanda Allah halifesi sensin.
Bu dört diri kusun kes baslarını da ebedi olmayan halkı ebedilestir!
Bu kuslar, kaz, tavus, kuzgun ve horozdur. Bunların içlerdeki benzerleri de dört huydur.
Kaz hırstır, horoz sehvet. Makam tavusa benzer, kuzgun dilege.

Mevalana’nın yapmak istediği insanı teskin etmek değil, dönüştürmek.

Bu genel şemanın dışına çıkan hikayeler de var. Hz. Ali kıssası bunlardan biri. Şavaş meydanında öfkesi ve Tanrı rızası arasında kalan (ve bunun farkına ,varabilen) Hz. Ali, bir ilkeye göre karar alır. Tanrı rızasından yana tavır alıştan bir ilke ortaya çıkar. Bu tavır alış sürekliliği olan bir uyanıklığı gerektiren bir tavır alıştır ve  geleneğin "agah olalım erenler" hatırlatmasında yerini alır. (Buradan bir rasyonellik çıkar mı?)

Hz. Ali tam hataya düşecekken eşikte durur. Böylece tavrın ideali ile karşılaşırız. Niçin öyle olduğunun gerekçesi ve ilkesi ile de.

Sorumluluk ve rıza arayışı Tanrı ’nın yaratışı gibi bitimsizdir. Her an, her olay ve durumda yenilenir, canlandırılır. Bu yenileniş her an yaratılışa verilen bir cevaptır sanki.  Rıza arayışının bitimsizliği ile bitmeyen sorumluluk insanı görevini yapıp köşeye çekilen insan olmaktan çıkartır. Tanrı ve insan arasına bitimsiz bir ilişkiye dönüşür.

Bu karşılıklı süre giden bağ(/uyanıklık) ise edep ve sevgi üzerinden kurulur.
Burada denge Tanrı yardımının belirsizliği, olursa ne yönden, nasıl olacağı üzerine bilinmezliği, kader, kaza kavramları üzerinden kurulur. Kader ve kaza karşısında insanın gücü edeple, sevgiyle izah edilir. ?

Tanrı yardımını nerede nasıl olacağı belli değil ama çok da uzakta değildir. Görünmez bir el ile işlerin düzelmesiyle yardımın gelmiş olduğunu sezdirilir. İşin sonu ne olursa olsun bir bağın kurulmuş olması dileğin kabulünden değerlidir. (Mealen - Senin duanın kabul edilmesiyle ne işin var)

Hem düşünce yönünü hem de duygu yönünü dönüştüren bir şemayla karşı karşıyız. Ağırbaşlı, ümitvar bir neşenin ruh hali. Tıpkı neyde, Sema’da olduğu gibi.

Hikayelerindeki tipler beyler, padişahlar olduğu kadar sıradan insanlardır da. Beylik ve padişahlıktan kasıt çoğu kez insanın tabiatı üzerine iktidarına yöneliktir. Politik bir yanı yoktur.

Basit görünmesine karşın kavramlar arasında kurulan ilişkiler ile oldukça kompleks bir sistem. Kişilikler ve karakterler tarihsel değil. Fakat yine de 12. yy içindeki insan, evren, Tanrı kavramlarının algılanışları görebilmek açısından değerli.


Karanlık tipler? Alim, bilgin? Şimdilik eksik kaldı. Bir başka sefere o tiplemeler üzerinden belki bir şey yazmayı deneriz.