27 Aralık 2007 Perşembe

Zamanın ruhu


Her zamanın kendine has bir ruhu vardır.

İnsan değişmeyen bir insani hakikatin üzerine otursada,akıp giden zaman bu hakikatin her seferinde tekrar yorumlanmasını, geçim kaygısı telaşından kurtarılmasını ister.


Teknolojik gelişmeler, üretim ilişkilerinin biçimini değiştirmekte. Daha zor şartlarda , daha hızlı bir yaşmı insana kabul etirmekte. Bu yeni yaşam tarzı da kendi fikri yapısını, felsefesini diretmekedir. Yaşadığımız bu zamanda hayat ekonomiye ,üretmeye dayalı bakış açısı üretmiştir ve bu üretiği felsefede insanın hakikatine yabancılaşmanın izlerini taşır.

Verimliliği dustür edinmiş insan hep daha fazla üretmek için geleceğe odaklanır. Cep telefonları ve bigisayarlar yardımıyla her an heberleşen ve bu yüzden hayatı hızlınanan insan hep bir şeyleri unutmama kaygısıyla yaşar, planlar yapar gelecekle ilgili; bugüne, bu ana değilde geleceğe tutunur. Oysa yaşanan an bu andır. Gelecek ise bu anın yanında yaşanılması şüpheli vehimden başka bir şey değildir. Yapılan planların ne kadarının gerçekleşeceği, bekletilerin ne kadarın sürprizlerle değişmek zorunda kalacağı ise belli değildir.

Her yeni yorum başarılı mıdır? Başka yorumlar yapılamaz mı? Yapılan yeni yorumların başarısını neyle öleçeriz? İnsanı mekanik bir alet olmaktan çıkaracak olan şey nedir?

Zamanın hızlanması , insanın bir kararı daha kısa bir zaman içinde vermek zorunda kalması onu ön yargılara karşı daha savunmasız yapar. İnsanın ön yargıları didiklemek , doğruluğu üzerinde tekrar düşünmek için pek az vakti kalır. Sonuçta kalabalıkla takılan, kalabalıklarda saklanan, ezberlenmiş bir kaç kelimeyi devamlı tekrarlayan insan çıkar ortaya. Mukadesatında bile kendi aklı yerine kalabalıklarını aklını, ezberini tercih eder hale gelir, birliği unutur, karşındakinin bir can olduğuğunu unutur, anın insanı olmaktan çıkar.

Yargıların didiklenebilmesi yeni bakış açılarının öğerenilebilmesine, başkalarının yerine kendini koyabilmeye, okumaya , düşünmeye vakit ayırabilmeyede bağlıdır. Zamanı gittikçe daralan insan için bilgilenme kanaları (daha çok kitap basılmasına, daha çok tv kanalları olmasına rağmen) gariptir daralmaktadır.


Devam edecek

25 Aralık 2007 Salı

Sohbet üzerine


"Dil varlıktır" diyor bazı filozoflar.

Burdan bizim anlayabildiğimiz, dilin konuşuldukça insanda bir bilinç oluşturması , bu bilincin bir varlık olarak kendini idrak etmesidir. Konuşuyorum öylese varım değil elbette :) konuşma sırasında aynı zamanda bir düşünme eylemi de gerçekleştiriyorum ve bu bana bir varlık veriyor yada varlığımın farkına varıyorum gibi birşey.

Tabi konuşma kendi kendine değilde :) her zaman bir ikinci kişi ile yapılan diyalogla ortaya çıkıyor. Gene bir takım filozflar diyaloğun hakikate ulaştırıcı bir yöntem olduğunu düşünüyorlar. Ki burası üzerinde düşünülecek bir mevzu.

Diyalog, sohbet aslında bir kendini açma, savunmasız kalma, ne olduğunun da ortaya çıkması. Buyüzden taraflar samimi olmak, dost olmak en azından güvenilir olmak zorunda. Anlamak, analşmaktan , ufukların kaynaşmasından ziyade gönüllerin açılması ve karşılaşması, ruhların birbine dokunması daha insani bir hakikate işaret eder gibi geliyor. Anlama, anlaşma dan ziyade kendini açma neticesinde, karşılıklı sukutun yada ortak bir neşenin, kederin kısaca bir halin paylaşılmasını önemsemek bize daha ilgi çekici geliyor. Hepimiz rastlamışızdır otobüslerde hiç tanışmamış teyzeler bir merhaba sonrasında birbirlerine hayat hikayelerini anlatırlar,sırlarını paylaşırlar. Neticede bu bir sağırlar diyaloğuda olabilir ama insani bir hakikatide pekala içinde barındırabilir.

Dildaşından ayrılan kişi, yüzlerce nağmesi de bulunsa dilsiz olur.

Gül gidince ve gül bahçesi solunca, artık bülbülün macerasını dinleye­mezsin (Mesnevî, 1/28-29).

18 Aralık 2007 Salı

İnsanlık Bilgisi :) ya da bu bana ders olsun


Eskiden ilkokularda hayat bilgisi diye bir ders vardı. Yaşı müsait olanlar hatırlar. Hayal gücümüzü biraz zorlasak ve hayat bilgisini , insanlık bilgisi olarak değiştirsek :)

Eğer bir insanlık bilgisi olsaydı konusu ne olurdu?

Bir çok fikir ileri sürülebilir : Dünyaya bakış açılarımıza , içinde bulunduğumuz külterel gruplara,cemaatlere , geçmişimize bağlı olarak farklı cevaplar verilebiliriz. Mesela cevaplar insan davranışlarını düzenlemek olabilir, insanı mutlu kılmak olabilir, insanın bu dünyadan daha çok haz alması olabilir. Maksat insanı tanımak, değiştirmek, terbiye etmek , bugünkü halinden daha ileri bir noktaya getirmek. İki günü arasında iyiye,güzele doğru bir fark ortaya çıkarmak

Her halükarda konu insan ve insan odaklı olmak zorunda.

İnsanların daha iyi bir hayat sürmesi uyuma ve ahenge bağlanabilir. Yada hazza

Verilecek cevaplardan biri uyumdur, dengedir ama neyle uyum ,varolanla , akıp gidenle elbette. Ya var olan denge kötüye akan bir denge ise ve içine aldığı, parçası yaptığı insan bu kötü ve ahenksizden yanaysa?


Bir uvzun parçası olmak, kulanmak ,kullanılmak, varolmak ; sorgulamadan, sıkıntı duymadan , rahatsız olmadan. Hayatı belli kuralların,yasaların,düzenin arkasına saklanarak yaşamak yada her anı sorgulamak ,hakkını vermek için kendini olayları didiklemek , olaylarla terbiye olmak, yeni dengeler aramak.


İnsanlık bilgisi belkide basitçe düşülürse bir ayak diremedir, karşımızdakinin bir insan bir can olduğu konusunda ayak diremek. Hiç kimsenin mükemmel olmadığı (en azından biz beşer için :)) ve yaratılmadığına göre bu bilincin her zaman çalışması beklenemez ancak bir alışkanlığı kazanmaktan söz edilebilir.


İnsan olmanın hazır bir reçetesi yok kanatimizce. Erdemelerin çeliştiği anlarda ( Sabırla, kötülüğü engellemek gibi) her olayın hakkı farklı olduğuna göre hazır reçetelerden ziyadae sonsuz pratiklerin keskinleştirdiği bir reflekse ihtiyaç vardır. O anın hakkı neyi emreder, bu pratiklerin neticesinde ortaya çıkar. Burada bir yumuşak huylu, sabırlı bir terbiyeciye, bir örneğe insan olamak derdindeki insanın ihtiyac vardır. Velhasıl insan olmak zor iş

Ders almak, geri dönebilmek, kendini sorgulamak şeklinde. Meşhur hikayedir Temeli asmaya götürmüşler, son sözünü sormuşlar, bu bana ders olsun demiş.

Sabır, tahammül yalnız başına çok zor bir şey. Burada toplumdan uzaklaşmış zahitlere/keşişlere hak vermemek mümkğn değil. İnsanlık tek bir erdemle de reçetelenemaz. Sabır , mutlaka sevgi ve merhametle beslenmek zorunda. Sabrın bir yerlerden beslenmesi şart, tek başına yaşayacak gelişecek bir bitki değil.

İnsanlık bilgisi ilke olarak genel ve tüm insanlanalara yönelik olmalıdır. Belli kişilere , gruplara, mala mülke göre seçici olamaz. Tüm insanlığa karşı eşit ve adil olamak zorundadır.

15 Aralık 2007 Cumartesi

Dosta övgü, dosta selam

Dost olmasaydı ıssız kalırdık

Kendi sesimize bile yabancı kalırdık

Varlığıyla içimizi ısıtan

Bilgisiyle yolumuzu aydınlatan

Dosta, dostlara selam olsun

13 Aralık 2007 Perşembe

İncinmemek 2

İncitmemek mekanik bir hareket ister,her olayda uyanık olmak,uyanmak. Sabırlı olmak gerekir, olaylar karşınıda kaybolmamak gerekir. Güçlü olmak , bu gücü korumak gerekir. İncitmemek derdindeki insan hep tetiktedir.

İncinmemek ise dünyaya farklı bir bakıştır, farklı bir yerden bakıştır.Günlük sıkıntıların, telaşın, menfaatin dışında, üstünde bir yerden. İncitici her olayda bu bakışa dönmek ve ordan bakmak ister. Yada hep orada olmak, oraya ait olmak. Her olayda olayın dışına çıkabilmeli, sabırın yanına merhameti eklemeli , emaneti hatırlamalı .Zanediyorum incinmemek pasif bir tavır yada umusamazlık dan farklı birşey. Her olayın hakkını, haddini aşmadan verebilmek ile de tamamlamak zorunda aynı zamanda.

11 Aralık 2007 Salı

İnsanı Dönüştürmek


İnsanları ne kadar tanıyoruz?

Bizle beraber olduklar kısa zaman diliminde gözlemlediklerimizden, çıkarabildiğimiz yargılar kadar. Tüm yaşanmışlıklarımız yada yaşabilidiklerimizle birlkte o an içinde bulunduğumuz ruh hali bizi bir yargıya ulaştırır. Belki o gün kötü bir günümüzdü ve tanıştığımız insan bize itici eksik geldi , ondan hazzetmedik.

Bir insanı, bir şekilde tanımladığımızda ona yargılarımızdan bir hapisane hazırlıyoruz. Ona kendi bakış açımızdan bakarken aslının, tüm zamanların değilde ,bizim gördüğümüz zamanın yargısından hareketle davaranıyoruz. Biçtiğimiz değere uygun davranıyoruz. Eğer karşımıdaki bizim tavrımızı onaylarsa, bize bizim yargılarımızın neticesinde ortaya çıkan insan gibi davranmaya başlıyor. Bir şekilde başkalaşıyor, değişiyor, kendi olmaktan çıkıyor yada kendini gizliyor, sahte davranıyor.

Birde şu var karşımızdakide bize benzer bir yargıyla yaklaşıyor. İyi yada kötü, eksik yada hatalı yargılardan kurtulmaya çare yok. Karşılaşma, diyalog bu yargılar ve bu yargıların biçilendirdiği beklentiler neticesinde kuruluyor. Burda belki şunu söylemek en doğrusu, bir insanın karakterinden,değer yargılarından bahsederken onun bu ana kadar bize açmış olduğu yada göstermiş olduğu yönünden, bizim görebildiğimizi anlamak doğru olabilir. İhtimal ki aynı yönleri gören farklı birisi başka sonuçlar çıkaracaktır.

3 Aralık 2007 Pazartesi

Şuur mu , gönül mü? C şıkkı her ikisi mi?


İlk Notlar:


Doğrusu bu insan için çok kötü oldu derken cahil ve yalnız insan ; insanı başı boş mu bırakacağımızı zannetiniz, derken de insanın yalnız bir varlık olsada kendi haline bırakılmayacağından bahsedilir. Yalnız ve bilgisiz başlamış ama yalnız bırakılmamış insan. Birbirine zıt gibi gözüken ifadeler. Umut ve umutsuzluk yan yana.

Aklımın bir yerinde kaldığı kadarıyla mealen eski zamanlarda, boş bir ormanda bir yaprak düşse çıkardığı ses, ses olurmu diye düşünülürmüş.

Şuur/bilinç için kanatimce insana ihtiyaç olmayabilir ama gönül için bir insana ihityaç vardır; gönül hazineleri tevazuu, sabır bir başka insan var olduğu müddetçe ortaya çıkar. Belki iddialı bir düşünce olacak ama insanın ortaya çıkamsı için insana ihtiyaç var.

Şuur/bilinç hep bir nesneye mi bağlıdır, birden fazlaya mı? Aslında bir çekiç kullanırken o çekici kullanandan fazla bir şeydir insan. Çekiç kullanma becersini kullanan insan aynı zamanda çocuklarınıda düşünür, gelecekte yapacağı tatilide , hayal eder, planlar kurar. İnsan yaptığı işten , toplum için ifade ettiği şeyden fazla bir şey olmak zorundadır yoksa dev bir makinanın dişlisi olarak kalır.

İnsan geçmişiyle birlikte yaşar. Dünyanın neresine gitse, bir Türk radyoda beraber ve solo şarkılar anonsunu duyduğunda yüzünde bir gülümseme belirir, ne iş yapıyor olursa olsun kulak kesilir. Çalan müziğin onun için diğer müziklerden farklı bir anlamı vardır. Bir bayram sabahıdr, işte geç kalmış babayı bekleyiştir.

Tezimiz şudur : Şuursuz gönül olmaz , gönülsüz şuur ise yolunu bulamaz karanlıklara dalar; gönül ise bir ayna ister aynı zamanda, var olmak için.