25 Ocak 2013 Cuma

Aşk



Aşk filmi,  en başından, ilk sahnesinden filmin sonunu söyleyen filimlerden. Yani Haneke, seyircisini üstelik henüz bir şey söylememişken, bu filmin sonunda ne olacak merakından  kurtarıp nasıl olacak sorusuna odaklıyor.

Aşk filmi, alışık olduğumuz filmlerinden değil, hatta seyretmesi zor filimlerden biri. İki saatlik film giderek ağırlaşan atmosferiyle izleyici kendine garip bir şekilde bağlıyor. Film, hepimizin zihninin bir köşesinde yer alan, ama üzerinde çok fazla düşünmediğimiz bir gelecekle- kulağımıza bir yerlerden çalınmış, aşina olduğumuz bir hikaye üzerinden ilerliyor. Benim başıma gelmez diyemiyecek şekilde, hepimiz bu yaşlı ihtiyarlardan birinin yerine adayız. İnsanı filme bağlayıp izlettiren şeyin ne olduğu üzerine bir şeyler söylenebilir mi? Bol ödülün ve film hakkında yayılmış olan olumlu havanın bir etkisinin olduğu düşüncesini bir kenara bırakırsak, film bize önemli bir soru soruyor: bir insanın bir diğer insana hayatını vakfetmesini sağlayan şey nedir? Verilmiş bir söz? Hatıralara vefa? Alışkanlık? Aşk? İnsanı yoran bir geçeklik içinde gerçekliğin dışına çıkan tek şey metanet. Niye benim başıma geldi, neden ben diye sormuyorlar. Bıkkkınlık, keder yerine insanı şaşırtan bir metanetle karşılıyorlar olanı biteni. Belki gerçeklikten ayrıldığı yer burası. Her halükarda mekanik, işlevsel mantığın sınırlarını zorlayan bir şey.  Bir refah toplumunda insanı zorlamayacak çözümler mümkünken, bir yaşlı adamın her şeyi elinin tersiyle itmesine yol açan şey nedir?Herkesin kendine göre verecek bir ceabı vardır herhalde. Benzer bir hikaye Antalya'daki Gülsüm ana'nın hikayesi. Bir Haneke filminden daha umut dolu, ama insana aynı soruları sorduran gerçek bir hikaye. Kant'ın, akıl sahibi bir varlık olan insanın fizik kanunlarıyla açıklanamayacak bir etik alanının olması gerektiği iddiası güncelliğini kuruyor.

Tüm zorluklarına rağmen izlenmesi gereken bir film.