29 Kasım 2011 Salı

..

Çevre meselelerine ve hayvan haklarına duyarlılık bir kaybedenler kulübünden bakış değil, ya da insanlardan ümit kesiş. Bir sosyete sporu, naiflik, işsiz güçsüzlükte uğraşılacak meşgale, muhalifliğin suya sabuna dokunmadan gaz alması da değil. İnsanî olarak içinde bunlar olsa da.

Bir vicdan işi olmasının yanında doğa içindeki insanı hatırlayış, benliğinin eksik yanlarını tamir, gelecek kuşaklara bulduğu gibi bırakma derdi. Başkasının sağlığını- hayvan/bitki/insan farkı gözetmeden- düşünebilme aynı zamanda.

Her şeyden evvel sorumlu hissetme, sorumluluk alabilme. Faniliğini akılda tutup ardından bıraktığını düzenleme, düzeltme ahlakı.

Küçük su birikintileri de gün gelir büyük suları kirletir. Bir damla civanın senelerce civa olarak kalışı gibi yaşama direnir de küçük de olsa bir canı soldurur.

25 Kasım 2011 Cuma

Şundan bundan...

Modernizm eleştirilerinde kavram kargaşaları var. Modernizim bir kavram olmaktan çıkarılıp güdelik hayatın sorunlarıyla ilişkilediliyor. Bazen de post-modernizmle, nihilizmle karıştırılıyor ve ahlaki çöküntü sebebi ile sunuluyor.

Modernizm bir eleştiri ile doğuyor. Ama belli bir iyimserliği, gelecek beklentisini, toplum düzeni arayışını da içinde barındırıyor. Modernizmin içinden fikir beyan edenlerden toplum düzenini ahlakta ya da dinde görenlerde bulunuyor. Tüm cevapları içinde barındırmıyor, bir dönemin dünyaya bakışı, insan aklının gelişmesinde bir merhale nihayetinde. Modernizmin kendine göre muhafazakarlığı var mı bilmiyorum? Ya da bundan söz edilmesi doğru olur mu? Tanımından yola çıkarsak elindekini koruma, kültürü aktarma derdi var. Bu yeterli mi ayrı bir soru.

Modern insanın hasta olarak nitelendirilmesi ise bir genelleme. Hasta olmayan insan tanımlamasını da genelleyenden talep eden bir hâli. Dayanışma, insanlık insanî kavramlar. Dönemlerin sartlarından zorlaşabilir, kolaylaşabilse de hiç bir dönemde hiç bir koşul insanın sorumluluğunu kaldırmıyor. İnsanın sorumluluğı ne ideolojilere ne de ekonomik bakışlarla  modernleşmeye devredilebiliyor.

Modern insan tanımını sulu tarımla, yani artık ürünün elde edilmesiyle başlatmak, onu medeniyetin başlangıcına götürmek olur. Artık ürün üzerine geliştirilmiş teorilerle birlikte anılır. Burdan bakıldığında ise insanlığın çok parlak devirlerini, çok kötü devirleriyle bir arada hasta olarak görmek sıkıntısı ile karşılaşırız. Moğol saldırıyla, II. Dünya harbiyle, dinlerin doğuşlarını ve yaşandıkları asrı saadet dönemlerini de aynı kefeye koyup hasta ilan etmiş oluruz.

18 Kasım 2011 Cuma

Popüler kültür ürünleri üzerinden toplumsal değişimenin yönü üzerine

Kültürün zaman içinde (toplumsal değişmelere paralel) değişebildiğini, zamana uyduğunu kabul ettiğimizde kültürün güncel üzerinden de bir şeyler söylediğini kabul ediyoruz sanırım. Kültürün, ister istemez, üretildiği dönemin ruhunu taşıdığını söylemek yanlış olmaz. Her ne kadar sanatçının kendi derdi üzerinden şekillense de, hikaye hep belli bir zaman üzerinden, bakıştan gerçekleşiyor. Tarihsel romanlarda/filmlerde, belli bir zamanı bilerek işlememeğe, zamandan kopmaya çalışanlarda bile. Tanpınar'ın, Yahya Kemal'in yeni cumhuriyeti ve onun arayışlarını temsil etmesi; Orhan Kemal'in, Kemal Tahir'in, Yaşar Kemal'in köy romanları üzerinden 60 ların düşünce dünyasının ışığığla eser vermiş olması  gibi.

Kültür endüstrisi üzerinden 2000'li yılları neler temsil edecek? Ya da elimizde, günümüzde üretilip okunduğunda/seyredildiğinde ilerde klasik olarak kabul edilebilecek bir şeyler var mı? Bir şeyin klasik olup olmamasına tabii ki zaman karar verecek. Ama en azından bugünden, adaylardan söz açıp tahminlerde bulunmak mümkün. Burada problem, hangi ürünlerin popüler kültürün, hangilerinin kültür endüstrisinin ya da bağımsız bir derdi anlatmanın üzerine kurulduğunu tespit etmete. İzleyici/okuyucu yoğunluğuna bakarak bir şeyler söylemekse yanıltıcı olabilir. Burada bir diğer problemse kişisel tercihlerin etkisi olacaktır. İhsan Oktay Anar klasik katagorisine girebilir dediğimizde kişisel bir tercihi ifade etmiş oluruz. Herkesin bu fikre katılmasını beklemek doğru olmaz. Bu olsa olsa, İhsan Oktay ismi üzerinden bir tartışmayı başlatmak olacaktır.

2000'li yıllarda kültür endüstrisinin emek ve sermaye ayırdığı en önemli alan tv dizileri oldu. "Çocuklar Duymasın" 2000 li yılların popüler dizilerinden biri olsa da dönemin ruhunu ifadeden çok "Süper Baba" tarzı aile dizilerinin devamı gibiydi. Daha geride "Neşeli Günler"le simgeleşen Yeşilçam ekolünü sürdürmekteydi. Katışıksıksız kültür endüstrisinin ürünü diyebileceğimiz tv dizilerinden dönemin ruhunu yansıtmaya aday "Muhteşem Yüzyıl" dizisi ise artan tarih merakının bir neticesi gibi duruyor. Tarihsel olarak yeni dönemin ruhunu yansıtmaya çalışsa da, hegomanik dille yeni dönemin uyuşmaması aldığı eleştirilerin şiddetine işaret gibi duruyor. Bir kaş yapayım derken göz çıkarma vaziyeti. Reyting garantisi dizi şablonları ile zamanın anlatım tarzınının değişen ve kendini henüz ifade edememiş bakışla karşı karşıya gelişin ilk tecrübelerinden. Daha evvel, içerk olarak Yeşilçam'da çekilmiş "Battal Gazi", "Malkoçoğlu" ndan çok farklı olmasa da, can acıtan yönünün incelenmesi gerek; tepkilerin bir çarpıtma/beceriksizlik ya da hoşgörüsüzlük olup olmadığını anlamak için. Yine de tepkinin hakim otoritenin diliyle uyuşmadığını söylemek ilk elde yanlış olmaz herhalde.



2000'li yıllarda kültür açısından en canlı alan, ilgiye tabi olan alan sinema oldu. Nuri Bilge Ceylanın filimleriyle canlanan, güven kazanan sinemanın kayda değer ürünleri oldu. Edebiyatsa bu alanda en zayıf alan olarak gözküyor ki burda derin bir boşluk var. Çok satan romanların çoğu popüler kültürün alanında. Yazılış aşamaları, pazarlama stratejileri ile bu alanın simgeleşen ismi, Elif Şafak'ın "Aşk" romanı.

Oluşan bu boşluğu 2000'li yılların bir sorunu olmaktan ziyade 80 sonrasının bir sorunu olarak da görüp ifade etmek mümkün, bir parantez olarak. Ya da 2000'li yıllardaki toplumsal değişmenin aslında çok kuvvetli olmadığını, bu yüzden kültürel olarak kendini ifade edemediğini. Boşluğu, toplumsal değişmelerdeki "kültürel gecikme" teorileri ile açıklamak da bir başka cevap olabilir. Ya da etnosantirik bakışın gücünden dolayı derinlikli bir bakışın doğmadığından/doğamadığından söz edilebilir. Buna bugünün romanını yazacak olanlara söz hakkı verilmemiş olmasını da ekleyerek.

Bu konuyu da kısık ateştekiler konusuna ekleyip yazıyı şimdilik bağlayalım.

3 Kasım 2011 Perşembe

Ay, pudra şekerli bir kurabiye / Notisknâme

Ay, pudra şekerli bir kurabiye
Emanet, kaytan bıyıklı Notiks abiye

Saylonlusu, kozmonotu, teleskoplusu
Patilerin hepsi yumurta topuklusu

Yağmur yağar düşer pencereye
Kurulur divan oturur baş köşeye

Günün hangi saatinde gelirse uykusu
Tombiks'i uyandırmamak en doğrusu

Kırpık gitmiş komşu eve gezmeye
Yaş mamanın tamamı kalmış geriye

Kimse bilmez Çarşı Nohut'un tutkusu
Santradan başlar O'nun siyah beyaz koşusu

Ciğerle balığı nazlanmadan gider yemeye
Sevmez yürümeyi, binmez taksiye

  Limonlusu ya da sirkelisi ille de lahana turşusu
Samur kürküyle salınmak Nohut'un tutkusu


(bitmedi)