22 Ağustos 2008 Cuma

Bugün

Bugün kendimi garip hissettim

Dünkü gibi, evvelsi günki gibi

Çocukluğum geçti gözlerimin önünden

Ekmek kokusu , Kahraman bakkal

Güneşli, sakin, ferah sokaklar

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Garipler

"Kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime"

Garip kimdir?

Garip diyince aklıma aklıma hep çoluğu çocuğu bir yerlere gitmiş, bir şekilde eşini kaybetmiş yaşlı insanlar gelir.

Yalnızdırlar ve bunun da farkındadırlar. Bazen kabule etmeselerde bunu sırtlamıştır, kabullenmiştirler. Gelecekten umitleri yoktur, büyük bir değişim beklemez hayatında. Durumunu korumaya çalışır, çoğu zamanda şükrederler.

Arayıp soranı pek yoktur. Geçen zaman onu yalnızlaştırmıştır. Dostları, ailesi teker yok olmuş, uzaklaşmış ; yada hiç olmamıştır. Genelde yalnız yaşar, etrafında kalabalıklar da olsa.

Yalnız olmak , geçim sıkıntısı içinde olmak mıdır gariplik ? Sanırım bu yaşamın sonucu birde gönül kırıklığı olmalı.

Gariplerin bir kutsallığı vardır, korunur. Gönüllerden kopanlarla yer, içerler.

" bir garip ölmüş diyeler / üç günden sonra duyalar / soğuk su ile yuyalar "


Hep akla garip deyince fakirlik, yoksulluk gelir. Acaba hali vakti yerinide yada geçim sıkıntısı olmayan gariplerde olabilir mi? Muhtmelen gönlü kırık, yalnızlar da vardır, geçim sıkıntısı olmayan.


devam edecek

10 Ağustos 2008 Pazar

Kaldırımlar / Kendi dünyamızda yaşamak

Kaldırımlar bizde neden yüksektir? Sanırım bu eski bir alışkanlıktan geliyor. Yollar sık sık bozulduğundan eskiden asfalt üstüne asfalt dökülürdü. Neticede bir kaç sene sonra kaldırım normal boyutuna gelirdi. Şimdi ise sokaklar parke taşları ile döşeniyor ve kaldırımlar gene yüksek yapılıyor. Parke taşlarının döşenmesi ile bir de yeni bir alışkanlık edinildi : Parke taşlarının kaldırımla buluştuğu yerlere oluk yapmak.

Değnekle bu yüksek kaldırımlardan inmek zorken şimdi bir de bastığınız yer eğri büğrü bir oluk. Bayağı dikkatli inilmesi, çıkılması gerekiyor. Sadece hastalar için değil, yaşlılar, çocuklar için de oldukça zor bir durum.

Kaldırımlar bir çok yerde dar. Zaten dar olan bu kaldırımları bir de esnaf malını sergilemek için iyice daraltıyor. Ne işe yaradığını bir türlü anlayamdığım belediye zabıtaları ise buna hiç müdahele etmezr. Bazı yerlerde ise daracık olan bu yollara ağaç dikilerek tekerlekli sandalyelere bir ikinci barikat oluşturulur.

Kaldırım başlarına ise yapılan eğimler ise çoğunlukla bebek arabaları için yapılır, tekerlekli sandalye için değil.

Oysa zanediyorumki yolların yapımı da, kaldırımların yapımı da bir projeyle yapılır ve bir sürü imzadan geçer. Ve şaşarım, bu projelerin altında imzası olan mütahitlere, yüksek mimarlara; hiç birinin aklına ya bir dakika burdan tekerlekli sandalye geçemez, bu kaldırımdan yaşlı inemez demek gelmez.

Engellinin bizde tek başına yaşaması alışılmış bir şey değil. İlla hayatı boyunca bir refakatçisi olacak. Dolayısıyla ufak bir çabayla çalışabilecek, ekmeğini kazanabilecek olanlara da bakıma muhtaç muamelesi görür. Bazen aşırı ihtimam, düşkünlükte insana zarar verir.

9 Ağustos 2008 Cumartesi

Alışmak

Kimi dost değişir, kimi çeker gider
Yalnızlığa alışmak hastalığa alışmak gibidir
Sanki hep ayağını sürermişsin gibi gelir
Sanki gölgeler hep uzun, hava hep serindir

5 Ağustos 2008 Salı

İnsanlık

İnsanlık üzerinde düşünmeye ihtiyacımız var mı? Dinin etkisinin azaldığı, gevşediği bir zamandayız. Yine ahlakda değişmekte, kendine bir temel bulmakta zorlanmakta. İnsanlığın bu yüzden yeniden değerlendirilmesine ihtiyaç var gibi geliyor.

İnsanlık kavramı bize özgü bir kavram. İnsani değerler ise herkesin, bütün insanlığın sahip olduğu bir şey. İnsanlık bizim için bir değerler silsilesini ifade eder. Hümanizma ile ifade edile şeyin ise farklı bir şey olduğunu düşünüyorum. Bizim insanlık derken kastetiğimimizi karşılamıyor.


İnsanın kendi ve kendi dışındaki anlamada bir mesafe var. Bu mesafe sayede bir benlik elde eder. Bir başkasını anlamızda da hep kendimizinden hareket ederiz. Bir başkasına değer verebilmek için öncelikler kendimiz bir değer biçemilmeliyiz. Sonrrada kendin için istediğinide başkası için isteden hareket edebiliriz. Bizim sahip olduğumuz gelenekte bu eşrefi mahlukatla ifade edilir.

Bu tanım bizi kendi dışındaki her şey için koruyucu ,kollayıcı, düzenliyici olmaya götürür. İnsanlık öldümü dendiğinde ifade edilmek istenene, insana has olması gereken bu bakış açısı budur. İnsanlık için başka bir temel bulunabilir mi? Üzerinde düşünmek lazım. Küresel ısınma, savaşlar hep insan eliyle olan şeyler. Bozan, yıkan insan düzeltmeninde bir çaresini bulmalı. Ve tabii bunun fikri zemini olmak zorunda.


Sorumluluk hissi hala yaşamakta. İnsanlar Güngörende düşünmeden birinci bombada nasıl koşularsa, ikincisinde de aynı hisle koştular.


İnsanın yaşadığı olayları, gödüklerini, okuduklarını manalandırmasını tarihsel etkiyle yaptığını söylüyorlar. İnsan geçmişi ile diğerlerinden farklılaşıyor . Bu geçmişidir ki, her alınacak kararda onu kendi bütünüğü etrafında tutarlı olmaya yöneltir. İnsanın tutarlı olamayı gerekterecek bir bütünlüğü olmalı mıdır? Yada şöylede sorulabilir sanırım, tutarlı olmak için hangi kıstasları kullanır? İdeoloji, gelenek , cemaat, insanlık güdüsü? Tutarlı bir ben ilk elde bunlardan birinin sunduğu önyargı/ön kabule olacaktır. Yorum ise bu onyargının rehabilite edilmesinden çıkacaktır. İlki bir tekrar,nakil; ikincisi ise teliftir:)

Burda kurcalanması gereken bir soru daha var: İnsanlık gelenek yoluyla mı öğrenilir ? ya da her insanın özünde zaten var mıdır?

Bu soruda benim tercihim özünde olmasından yana. İnsanların eşit yaratıldığını dan yola çıkarak bunu benimsemek istiyorum (isteyen eşit özelliklere sahip olarak varolduğunu tercih edebilir). Bir afrika yerlisinin, bir amerikalının yada bir aborjinin de bu tarz bir sorumluk/koruma, kollama bilincine sahip oladuğunu düşünmek istiyorum.

gibi geldi :))