I
1556 no.lu beyitten itibaren iyi yürekli tacir ile dudusunun (/papağanın) (ezberci, nakilci?) hikayesi başlar. Tacir, Hindistan'a yapacağı gezi için herkese bir şeyler vaat
eder. Onlara isteklerini sorar. Tacirin papağanı da ondan Hindistan’daki
dudulara halini anlatmasını, onlardan kendisi için bir öğüt istemesini diler.
Tacir, vaat ettiği gibi yolcuğu esnasında dudularla karşılaşır ve onlara
evdeki papağanının söylediklerini iletir. Bunun üzerine papağanlardan biri
titrer ve ölür. Hikayeyi okuyacaklar için bundan sonrasını anlatmayayım, özeti
burada keseyim.
Hintli dudunun ölü taklidi yaparak nasihat vermesi bize "ölmeden evvel
ölünüz" hadisini hatırlattı. Bu yüzden hikayenin ana temasının nefis
terbiyesi olup olmadığını düşündük. (TM de başlangıçta böyle bir yorum var. AG
ise şerhinde bu konuya hiç girmemiş) Benzerlik o kadar açıktı ki, hikayenin
geri kalanını bu düşüncenin doğruluğunu test etmek, yan öğelerin bunu ne kadar
ve nasıl desteklediğini görmek için de okuduk desek yalan olmaz. Fakat
daha sonra hikayede anlatılan temaların bir şemasını *1 çıkardığımızda bundan o
kadar da emin olamadık. Hikayede birbiriyle ilintili pek çok tema vardı ve
birini esas alarak hikayenin ana fikri/teması budur demek ne kadar doğru olurdu
bilemedik. Gene de yazıya ilk fikir üzerinden başladığımız için önceden
yazılmış kısımlarına çok fazla dokunmadık.
Hemen hemen bütün tasavvuf literatürü nefis terbiyesi ile ilgilenmiş, bu konuda
bir şeyler söylemiştir. Söylenenler özetle, nefsin isteklerinin yapılmaması,
yapmasını istemediklerinin ise yapılması yönündedir.
Hz. Mevlâna verdiği örneklerle, temalarla nefsin terbiyesi için bu klasik
yoldan ayrılmakta gibi.
Mevlâna oldukça soyut bir mevzuyla işe başlamakta:
1744 Lûgat bakımından biz (mâ) ne demektir? Hem varlığı bildiren, hem
yokluğu belirten bir söz. Benimse varlığım yok; ne var diye bir söz
söylenebilir bana; ne yok denebilir.
Ben adamlığı, yoklukta buldum da varlığımı oynadım yokluğa, utuldum gitti.
Bütün padişahlar, kendilerine karşı alçalana alçalırlar; bütün halk kendisine
karşı sarhoş olana sarhoştur.
Avcı kuşlara av olur da ansızın onları avlamayı umar.
Gönül alan güzel, âşıkları arar, bütün sevgililer âşıkların avıdır.
Kimi sever görürsen bil ki sevgilidir o; bir bakımdan hem budur o, hem o.
Susuzlar, dünyada su ararlar ama, su da dünyada susuzları arar.
1750 Âşık değil mi ki odur, ses sus artık; değil mi ki kulağını o çekiyor, sen
kulak kesil.
Suyun susuzu ve sevenin sevileni aramasında bizi
şaşırtan bir şey vardır. Bu, birbirinden habersiz ve bağımsız iki varlık
arasında böyle bir irtibatın kurulabilmesini hayatın doğal akışı içinde,
sağduyu içinde göremeyişimizdedir. Kendimize şunu deriz "su susuzu, susuz
da suyu bulamayabilir; pekala birbirine kavuşamayabilirler". Doğanın
tesadüfi, kör işleyişine böyle bir zorunluluk yazamayız. Böyle düşünmek bize
makul gelir.
Su örneğini şöyle düzeltmek ihtiyacı hissederiz "bir yerde suyu aramak
esastır" demek zorunda kalabiliriz. (Tabii mecazi düşünmezsek. Farkı
görmek için önce mecazi olmayandan başlamak daha mantıklı). Ama iş, sevileni
aramaya gelince aranan şey sevginin kendisi olur. Bir maddeden ziyade bir
kavram söz konusu olduğunda mesela, sevilene duyulan hasret sevgiyi de canlı
tutacaktır. Vuslat olsun, olmasın sevenin sevgisi baki olacaktır (/var
olacaktır). Zaten bir araya gelseler de gelmeseler de seven, birey olarak
sevgiyi tek başına yaşayacaktır. Bu tarz bir hâl insanın kendini geliştirmesine
açıktır.
Buna, doğanın tesadüfi, kör işleyişinin inananın zihninde mümkün olmadığını,
ilahi müdahalenin elinin her an işte olduğunu da ekleyelim. Ki 1829 de
bunu "O, her an bir
iştedir" diye
hatırlatacaktır.
Bu oldukça soyut varlık meselesi üzerinden konu insandaki zıt iki hâle
bağlanır.
*
Sen gamlanmaya, gülmeye bağlanmış gönüle, onu görmeye
lâyık bir gönül deme.
1800 Gama, gülüşe bağlı olan kişi, bu iki eğreti şeyle
diridir.
Önü, sonu olmayan yemyeşil aşk bahçesinde, neş’eden,
başka ne de çok meyvalar var. C.1
Sanırım burada Mevlâna neşe veya
gamın varlığını red etmekten ziyade bu ikisini aşmaktan bahsediyor. Bu ikisinin
ötesinde bir başka hâlin varlığına işaret ediyor. Zıtlığı bir üst hale geçerek
aşmak. (Hegel?2) Çünkü gam ve neşe aslında bir paranın iki yüzü gibi, farklı
görünüşlerine rağmen belli bir insanî bakışın ürünü.
Gam ve neşe bir hâl. Eğretiliği insanın elinde olmayan
şeylerden geliyor olmasında. Ve uzun ömürlü değil (1814). Nefsin isteklerinden;
ya bir şeyi elde etmekten ya da edememekten doğuyor.
Bu bölümü bir başka sıra dışı bölüm izler:
devam edecek
Dipnotlar:
1) Şema
--------
1556-1571 ----------- Hikaye:
*Dudunun tacirden dilekte bulunması.
*Ayrılıktan şikayette bulup, Hintli
Dudulardan nasihat istemesi.
1572-1583 Dudunun cefayada nimetede
(/tüme) aşık oluşunu anlatışı.
1584-1593 Tüme aşık oluşu anlayacak
suçsuz/arık kuşun nitelikleri
1594-1602 ------------Hikaye :
*Tacirin Hindistan’da Dudularla
karşılaşması
* Tacirin konuşması ve Hintli Dudulardan
birinin ölmesi
1603-1611 Dil/Söz/ Sabır/ Akıl ilişkisi
üzerine
1612-1623 Olgun kişinin nitelikleri –
nefis/temkin ilişkisi
*Olgunlaşmadan söz söyleyip ateşe atılmama
nasihatı
1624-1629 Olgun kişi karşısında davranışa
örnek olarak Hz. Musa ve Büyücüler hikayesini hatırlatma
1630-1640 Susup nasihat dinlemenin
faziletleri
*Olgun/ham kişinin farklı cinsler oluşu
1641-1647 Susan, ham kişi ne yapmalı
sorusunun cevabı*Gözyaşı dökmek, tövbe etmek (Adem Peygamber gibi)
1648 – 1657 Helal lokma ve bilgi üzerine
ve bunların ilişkisi üzerine
1658 - 1666 ------------Hikaye
*Eve dönen taciri herkese hediyesini
vermesi, duduyla konuşması
1667-1699
* Sözün geri dönmez oluşu.
*”Attığın zaman sen atmadın”ın tefsiri * “O doğan işlerin bizimle ilgisi vardır
ama, ortaksız olarak hepsi de Tanrı yaratığıdır” 1670 Sebepler ve Tanrı hükmü *
Erenlerin yapılan iş geri çevirmesi, Kuran dan referans getirme sh.369 *
Düşüncelerin/huyların/sanatların gece unutuluşu, sabahleyin geri gelişi
1700-1707 -------------Hikaye
*Dudunun ölmesi; tacirin üzülmesi, pişman
oluşu
1708-1716
*Dilin kınanması
1717-1735 Ayrılık ateşinin
olgunlaştırıcılığı
1736-1740 Harf/söz üzerine
1741-1754 Zıtlıkların birbirini araması?
1755- 1770 Gam ve neşenin aldatıcılığı,
her ikisinin ötesinde bahçelerin oluşu, dilekten vaz geçiş.
*Allahın gayretli oluşu üzerine
*Padişaha (/Tanrıya) yakın olanın başka
bir şey aramaması.
*Her şeyin birde birleşmesi
*”Böylece de ben'ler, sen'ler bir can olur
da sonunda sevgiliye dalar gider” 1796
1798-1821 Gam ve neşenin ötesinde bir aşk
bahçesinin (1801) bulunuşu ve onun nitelikleri.
*Sonradan gelen şeyler ölümlüdür.
1822-1852 ------------ Hikaye
*Tacirin üzüntü ile çırpınışı (Sevgiliden
ayrı düşenin üzüntüsü (mecazi aşk?). Böyle aşka düşene (ilahi aşk?) Tanrının
kayıtsız kalmayacağı, çünkü)
* Tanrının yardıma koşusu "O, her an
iştedir" hatırlatılması
*Tacirin duduyu kafeten çıkarması, dudunun
canlanması.
* Tacirin kuştan olanı biteni açıklamasını
istemesi, kendisi için nasihat istemesi.
*Kuşun "Söz söylemeyi, neş'elenmeyi
bırak" diye öğüt vermesi."Seni öldüren söz söylemendir" demesi.
*Tanrı lûtfuna sığınmasını öğütlemesi.
1853 – 1856--------Hikaye
1857-1885 Kuşun öğütlerinin açıklanışı (?)
:
*Bedenin (can için) kafes
benzetilmesi,kafese girip çıkan şeylerin onun için diken oluşu
*Halkın övüşünün de, yerişinin de diken
olması.
*Nefsin övülmesinin kişiyi
Firavunlaştırması, onun için alçak gönüllü olmanın, ululanmamanın
Elden geldiğince kul olmanın, padişah olmamanın zahmet çekmenin gerekliliği
1886
*"Allah'ın dilediği olur."
tefsiri.
*Allah'ın yardımı olmadan bir şeyin
olmayacağı
*Bilginin nefsin isteği altından
kurtarılması
* Gazneli Hakim"in öğüdünü hatırlama:
"Nazlanmak için gül gibi bir yüz sahibi olmak gerek; böyle bir yüzün
yoksa, bari kötü huylu olmanın çevresinde dolaşma.
2) "Kant ile büyük bir değişiklik meydana gelmiştir. Kant'a göre "
diyalektik", tartışmaların akılcı uzlaşma yönünde ilerleyebilmesini
sağlayan bir süreci değil, akıl ne zaman kendi belirlenmiş sınırlarını aşarak
şeylerin nihai mahiyetini araştırmaya kalkışsa ortaya çıkan düş kırıcı ve
kesinlikten uzak sonuçları ifade eder. Kant'ın felsefesinde diyalektik,
tartışan taraflardan her birisinin kendi çelişkilerini çözüme kavuşturamadan
diğer tarafın çelişkilerini ortaya serdiği sonu gelmez bir tartışmalar dizisi
haline gelir. Kant'ın izinden giden Hegel, karşıt konumlar kendi içlerinde tam
ve bağımsız sayıldığı sürece, aralarındaki karşıtlığın çözülemez olduğunu kabul
eder. Ama Hegel şunu sorar: Karşıt konumları neden tam ve bağımsız saymak
zorunda olalım? Örneğin, " özgürlük" ile "gereklilik"
arasında neden seçim yapalım? Çok daha iyi olan başka bir seçenek vardır:
karşıt görünen konumların yalnızca karmaşık bir gerçekliğin tek yanlı ifadeleri
olduğunu kabul etmek. Hegel'in ünlü tezinde söylediği gibi "Hakikat,
bütündür" ve yeterince kavranması için, tüm bu kısmi
ve tek yanlı hakikatlere kendi düşünüşümüzde
bir yer bulmamız gerekir. Hegel'in diyalektik anlayışının anahtarı, önceden
uzlaşmaz olan konumları daha yüksek düzeyli bir çerçevenin içinde uzlaştıran bir pozitif sonuç
doğrultusundaki harekettir (Pinkard, 1 987). Onun Mantık Bilimi adlı yapıtı,
Batı felsefesinin tüm temel kategorilerinin, bağımsız duruşlar olarak
alındıklarında ortaya çıkan çelişkiler bir kez titizlikle
ele alınıp çözüme kavuşturulduğunda, tek bir tutarlı bütünün içine
yerleştirilebileceğini göstermeye yönelik eşi benzeri olmayan ve bir daha
tekrarlanamayacak bir girişimdir. Hegel, Hukuk Felsefesi'nde bireysel
aktörlerin özerk öznelliğine yapılan tek yanlı vurgunun da, topluluğun bireye
göre öncelikli olmasına yapılan tek yanlı vurgunun da, söz konusu iki
"ilke"nin modern topluma ait toplumsal ve siyasal kurumlarda
sergilediği uzlaşmayı yeterince kavrayamayacağını gösterme girişiminde
bulunmuştu." sh.13-14
Yeni Yüzyılda Diyalektik-
Hazırlayanlar: Bertell Ollman - Tony Smith - Yordam Kitap 2011