31 Temmuz 2008 Perşembe

Eğreti

Benzerlerinden bir noktada ayrılan, bu farkı yüzünden dışarıda kalan, farkının farkında olan yada bu farkı ona hisettirilen yada ona öyle görünen, farktan dolayı bir keder duyanın durumu.

Eğretilikte hep bir asıl var. Eğretilik bu aslın yanında ortaya çıkar. Bazen bir redediş, kabul etmeme bazen de varoluşun kendisi yeterli olur eğretilik için. Eğreti olanı rahatsız ettiği gibi asılda rahatsız olur çoğu zaman.

Burada eğretiliği doğuran fark bir hapishane gibidir. İki tarafda ciddiye aldıkça , yada bir taraf bakışını değiştirmedikçe var olur. Biri ciddiye almıyorsa farkında değilse ona ancak vehim denir.

Türkiye ab gibi içgüveysi pozisyonu, hasta/özürlü sağlıklı farklında asıldan bir uzaklaşma vardır ve melankoliyi, hüznü taşır.

Don Kişotun eğretiliğinde birde farklı zamana ait olma var. Yaşlı ve güçsüz oluşunun yanında. Arzu ettiği çağda olsa ve gücü yerinde olsa deliliği dikkat çekmezdi muhtemelen

25 Temmuz 2008 Cuma

Sosyalleşme


Mümkün olduğu kadar sosyal olmak, niçin?

Kendimizi üretmenin, yeni fikirlerle tanışmanın, bulanmadan akmak için . Bulanmak inaçların, fikirlerin; insanın, insanlığın, düşünmenin önüne geçmesi. Kalıplarlarla sorun çözme, insanı görmezden gelme. Düşüncelerimizi, kendimizi sorgulamanın, önyargılarımızı rehabilite etmenin bir yolu sosyalleşme. Bu kendimiz için. Başkası için? Bu da ahlakın alanına giriyor.

Ne kadar mümkün?

Bir ikincisi her zaman problemleriyle gelecek, irkiltecek, rahatsız edecek. Aynı zamanda paylaşımıyla, fikirleriyle gelecek; yenilenme vaadecek. Dinlemeye istekli , dinlenilmeye hazır bir ortam ise her zaman mümkün değil. Neticede bu bir mücadelede de olabilir, uzlaşmada. Her ikiside belli bir enerjiye, belli bir çabaya ihtiyaç duyar ki, tükenmiş insanın işi değil. Burada buna niyetli olmanın yanında ikinci problem bu enerjiye sahip olmak. İnsanın sorunlarla başa çıkma enerjiside sabit bir şey değil; bir şekilde yenilenemeye, tazelenmeye ihtiyaç duyuyor. Sanırım inzivaların, kendini dinlemelerin, ibadetlerin buna bir şekilde katkısı var, amaç bu olmasada.

15 Temmuz 2008 Salı

Adil gelir dağılımı mı? Daha adil gelir dağılımı mı?

Adil gelir dağılımı mı? Daha adil gelir dağılımı mı?


Adil gelir dağılımı sanki nihai bir noktadan bahsediyor. Gerçekleşmiş ideal bir nokta . Daha adili ise gerçekleşmemiş, adı geçen hedefe giden bir yerdeki bir denge. Hala ihmal edilmiş bir şeylerin olduğu bir yer. Bazı eksikliklerin görmezden gelindiği yada kerhen görmezden gelindiği. Neticede her ikisinde de bir rahatsızlığın, hakkaniyet arayışının ifadesi var.

Bir diğer soru , emeğin hakkı mı? standart yaşam düzeyi mi? Yapılan iş , verilen iş harcıalem, herkesin yapabileceği sıradan bir iş olabilir. Ama gene de birisinin yapmasına ihtiyaç duyulan her iş için syandart bir yaşam düzeyini sağlayan bir gelire ihtiyaç var. Hakkaniyet arayışlarından birinde işin zorluğu, diğerinde insanların eşitliği var

Burada bir zorluk var gibi adil bölüşüm ile standart gelir arasında. Toplumun genel gelir seviyesi yüksekse bazı insanları gene standart gelir geliyesinde bırakmak adil midir? Elbette burada bir kestaneci ile madenciyi kıyaslamıyoruz. Verilen emek ve işin zorluğu açısından madencinin daha zorlanacağı aşikar. İki ayrı kategori emek-eşitlik düşüncelerinin farklı sonuçları

Bir ikinci soru : Adil gelir dağılmı evet, ama niçin?

Adil gelir dağılımı fikri acaba gelir dağılımının çok bozuk olduğu zamanlarda ortaya çıkmış insani bir istek mi? Yada bir toplumsal ileri gitme, ütopya arzusu mu? Muhtemelen ikisi birden, eşitsizliğin çok artığı belli dönemlerde, bu eşitsizliğin giderilmesi için ihiyaç duyulanları harekete geçirmek maksadıyla yapılan fikri çalışmaların, kabullerin sonucu.

Temelinde diğerinide umursayan ahlaki bir bakış var. Bu makul isteği ilk dillendirenler, gerçi bunu ahlaki bir dayanaktan yola çıkarak değilde toplumun gelişmesinde doğal bir yön, tarihsel bir zorunluluk olarak kabul ettikleri için talep ettiler ise de, (yada bu şekilde dillendirmeyi tercih ettilerse) bu onun ahlaki tarafını yok etmiyor kanatimizce. Gelir dağılımının iyileştirilmesi talebinin insani bir zeminde temellendirilmesine de ihtiyaç var gibi geliyor.

İnsani ihtiyaçların gerçekleşmesiyle birlikte, insanın yeteneklerinin de ortaya gerekiyor. Adil gelir dağılımı insanın tüketim toplumuna kurban edilmesi için , üretimin sürdürülmesi için talep edilen bir şey değil. Yani lüks tüketimden herkesin yararlanması derdiyle yola çıkmış bir şey değil. Bu yüzden temelinde gösterişe karşı bir tavrı olmak zorunda. Çıkışında, kaynakların hor kullanıldığı, bu kaynaklardan daha çok insanın istifade edebileceğine dair bir eleştiriyide içinde barındırıyor .

Adil gelir dağılımında , gelir üzerinde söz sahibi olan, bunu gerçekleştirmeye niyetli bir otoriteye ihtiyaç var. Yoksa kişinlerin gerçekleştirebileceği bir şey değil. Bir yardım kuruluşunun yapabileceği bir şey de değil.


Şimdilik su üstüne çıkanlar bunlar :)

8 Temmuz 2008 Salı

Tamamlanmamış insan

Kimsin
Benim
Dolaş biraz
Kimsin
Senim
Buyur öyleyse

Mesnev-i Şeriften Hatırlatma



Tamamlanmamış insan kendi eksikliğinin farkındadır. Bir yandan başkalarının eksikliğinide görür, bir yandanda fazlasını. Kimi eksik hisseder kimi fazla görür. Genede kimse tamamlanmış olmadığından kendini rahatlatır, eksiklerinden dolayı huzursuz olur. Bu gerilim onu çalışmaya, gelişmeye, yola doğru çıkarır.

Başkasıyla olan sohbetimiz ortaklıklar üzerinedir yada şaşırtıcılık üzerine. Benzeşmezlikler üzerine sohebet ancak bir yanlış anlamanın sonucu başlamıştır, uzun sürmez.

İnsanın bir bütünlüğü, tuatrlılığı var mıdır? Muhtemelen farklı düşüceleri içinde barındırır, çelişkileri yaşar ama onlardan bir bütünlük çıkarmaya çalışır. Dağılır ve toplar. Bu sayde gelişir.

Soru : Öteki teskin edici mi? Gerçekleştirici mi? (teskin edici, kaçılan bir yer ise teskin edilen için bir nesneden ,saklanılan bir şeyden fazla değeri yoktur?)


Yolların hepsi Kabeye gider. Bütünlüğe, tutarlılığa giden yollar farklıdır. Ama hepsi aynı yöne , insanlığa, insana bir şekilde çıkar.


gibi geldi :)

Levinasın akla getirdikleri ( varlık ve öteki yazısı-tezkire sayı:38-39 )

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Zor denklem

Başkasının varlığı ve onun bana bakışı sayesindedir ki, nesne durumuna gelirim; bir başkasına ait olur ve kendimin olmaktan bir an için sıyrılabilirim. Toplumsal ilişki, insanın kendisinden sıyrılma mucizesidir (levinas).

Bu yüzden başkasının arzusunun arzulamak, benim arzumun, tüm insani arzunun en temel niteliğidir (Hegel).

Başkasının varoluşsal bunaltıyı hafifletici mucizevi niteliğinin yanı sıra, kendisinin varlığı da apayrı bir sorunun kaynağıdır. Çünkü benim için gerçek olan onun için de gerçektir; ben de onun varoluşsal bunaltısını hafifletebilmesinin bir aracıyım. İnsan, yağmurdan kaçarken doluya, kendi varoluşundan kaçarken "öteki"nin egemenliğine yakalanır. Başkası benim için, kah varlığımı benden çalan, kah bana ait bir varlık olduğunu ortaya çıkarandır (Sartre).


http://www.deepnot.com/deepmain.php?pKey=114

Ne kadar karanlık bir dünya resmi. İnsani olana hiç yer yok. Bu bunaltıdan insani bir şey çıkarmak zor.Varlığımızın bizim için ve başkası için bir manası olmadığında, varlığımız bir başkası için gerilim, kendimiz için cansıkıntısı oluyor. O zaman insan insanın kurdudur diyen haklı oluyor. Başı boş bırakılmış, fırlatılmış, yalnız bırakılmış bu insan resmine ; dostluk için, insanlık için bu resmin bir yerinden girmek lazım.

Direk insana dönmüş bu resim insanın , insanlığın bütünlüğünden uzak. Herkesin varlğını bir saldırı, egemenlik arayışı olarak algıladığımızda bu gerilimi taşımamız normal. Oysa herkes saldırgan değil, bizde başıboş değiliz, en azından fikirlerimiz var, insanlığın geçmişi var.

4 Temmuz 2008 Cuma

Milliyetçilik üzerine bir deneme

Milliyetçiliği vatan sevgisi olarak tanımlayabilir miyiz?

Milliyetçiliğin kültürel bir geçmiş üzerine oturması mantıklı, kültürel bir asimilasyona sapmadan, yaşayarak, yaşamaya zorlamadan. Dil ve kültür üzerinden hareket eden bir milliyetçiğin ulus devletin kuruluş harcı olarak kullanması makul olur. Ulus devletin var olmasını arkasındaki refleks başka devletlerin egemenlği altında sömürüleceği, eşitsiz ikinci sınıf yaşayacağı düşüncesidir. Bu sömürüye karşı duruş devletin varlık sebebi olarak durur.

Milliteçilk eşitsizlik üzerine kurulmuş olacak ırk düşüncesi yerine kültür üzerine şekillendiğinde , kültürü ve onu taşıyacak olan dili korumak da milliyetçilik olacaktır. Easasında kültür korunarak değil yaşanarak var olur. Dili , taşıdığı kültür kavramlarına karşı gelecek şekilde , içini boşalarak değil, kullanırsanız kültürü taşır.

Kültür üzerinden milliyetçilik devamlı bir çabayı gerektirir. Vatan topraklarını askerlik zamanında korumaktan yada tehdid olduğunda savunmak dışında ömür boyu uyanık bir faaliyet ister. Her ikiside birbirini tamamlar ama birbiri yerine ikame edilemez. Biri millet bilincini oluşturur, öbürü onu başkalarına karşı korur.

Bizde sözle, toplu olarak, paylaşarak yapılan Türkülerin, şarkılar bu yüzden önemlidir. Bir sosyalleşme, birlik oluşturma, tekrar hatırlama, bütün ile ilişki kurma.