4 Kasım 2019 Pazartesi
7 Ekim 2019 Pazartesi
37
525. İnciye yol yoksa hemencecik buğdayı al. O
tarafa yol yoksa bu tarafa at sür.
Zâhir,eğri büğrü uçsa bile sen zâhirine bak. Zâhir, nihayet insanı bâtına götürür.
Her insanın evveli suretten ibarettir. Ondan sonra can gelir ki can, mânevi güzellik, ahlâk güzelliğidir.
Zâhir,eğri büğrü uçsa bile sen zâhirine bak. Zâhir, nihayet insanı bâtına götürür.
Her insanın evveli suretten ibarettir. Ondan sonra can gelir ki can, mânevi güzellik, ahlâk güzelliğidir.
Hz. Pir, bu alıntının sonunda can’ın tanımı için bir anahtar bırakıyor. Onun, manevi
güzellikte, ahlakta aranmasına işaret ediyor. İşin zahirden başladığını da not ediyor.
Ahlakın bize ilk hatırlattığı, iyiyle kötüyü ayırt edebilme, doğruyu bulma, arama. Bu işin “ne”lik kısmı. Ne yapmalı? Fakat sanırım, Hz Pir’in
kastettiği burada kalmıyor. Meselenin bir de “nasıl”lığı var - Nasıl
yapmalı? Burada işin içine öteki ile olan ilişkimiz, onun özeli, kendine özgülüğü de giriyor. Onun, bizim cevabımıza alacağı tavrı hesaba
katarken buluyoruz kendimizi. Ortaya çıkan tavırdan memnun olup olmayacağını düşünüyoruz. Bu mecburen bize bir
davranış seti oluşturma ve bizi bunlardan muhatabımızın tavrına en uygun olanı
seçmeye yöneltiyor. Bu noktada Mead’ın ferdi ben, sosyal ben kavramlarına dönmüş
oluyoruz – kendi kendini (zihni, dili, benliği) inşa ediş. Sonrası bireysel tutumlardan evrensel
formlar çıkarmak.
“Sıkıntıda olan herhangi birine
yardım edebilen kişi, bu evrenselliği insandan çok daha öteye taşıyıp
hissedebilen herhangi bir canlının acı çekmesine müsaade etmeme formuna dönüştürür.
Bu, sıkıntıdayken kendisine yönelebileceğimiz diğer bir forma yönelik olarak
sergilediğimiz tavırdır. Şefkat duygusunda ifadesini bulur. Ailesinden çok
uzakta olan bireylerde yaygındır. Sevgi, insan formunda olmasa bile ebeveynsel
bir yaklaşımı güdüleyen herhangi bir yavru forma yönelik olarak da kendini
gösterir. Küçük şeyler bir tür şefkat duygusu uyandırır. Bunlar, bu tavrın
evrenselliğinin ne kadar geniş olduğunu göstermektedir; hemen hemen her şeyi,
kişinin kişisel bir ilişki kurabileceği her varlığı kapsar. “ sh.295
Niçin burada dolaşıyorum? Bunun üzerine niye düşünüyorum?
Mevleviye'deki insan yetiştirmenin – ki bu bir toplumsal çabadır-
mekanizmalarını anlamak için.
*Zihin, Bellek ve Toplum
2 Ekim 2019 Çarşamba
36
Riya bir hayal dünyası yaratıyor, çoğu kez kendimizin de inandığı, inanmak zorunda kaldığı. Onun yarattığı dünyayı sürdürebilmek için nefretleri diri tutmak gerekiyor. Benlerden onlara, sınırlar çekiyoruz. Düşmanlıkları nöbetçi dikiyoruz bu sınıra, başkasını anlamamak, kendimizi eleştirmemek için.
21 Eylül 2019 Cumartesi
35
“Anlamak daima
bir haletiruhiyeyledir.” * Heidegger.
Hz. Pir daha en başından neden aşkın altını defalarca kalın çizgilerle çiziyor?
20. Denizi bir testiye dökersen ne alır? Bir
günün kısmetini…
Harislerin göz testisi dolmadı. Sedef, kanaatkâr olduğundan inci ile doldu.
Bir aşk yüzünden elbisesi yırtılan, hırstan, ayıptan adamakıllı temizlendi.
Ey bizim sevdası güzel aşkımız; şadol; ey bütün hastalıklarımızın hekimi;
Ey bizim kibir ve azametimizin ilâcı, ey bizim Eflâtun’umuz! Ey bizim Calinus’umuz! C.I
Harislerin göz testisi dolmadı. Sedef, kanaatkâr olduğundan inci ile doldu.
Bir aşk yüzünden elbisesi yırtılan, hırstan, ayıptan adamakıllı temizlendi.
Ey bizim sevdası güzel aşkımız; şadol; ey bütün hastalıklarımızın hekimi;
Ey bizim kibir ve azametimizin ilâcı, ey bizim Eflâtun’umuz! Ey bizim Calinus’umuz! C.I
Beyitlerin bize söylediği net bir şey var: Aşkın, nefsin
hastalıklarını tedavi ettiği. Hırsın, kibirin, azametin ilacı. Hz. Pir, nefsin
hastalıkları konusuna Mesnevi’de tekrar tekrar dönüyor.
Bu haliyle aşk, doğaüstü, kavranamaz aşkın bir şey değil. En
azından henüz değil. Gayet pratik, anlaşılır bir yerden başlayıp ona bir
işlev yüklüyor. Günlük hayatta hepimizin aşina olduğu negatif duygular
üzerinden bir açıklama getiriyor. Bu şu demek değil, aşkın tek yararı insanı
kötü duygulardan kurtarmak. Aşkın olumlu sonuçlarını da anlatıyor. Padişah ve
cariye hikayesinde, Bedevi ve karısında, Bakkal ve dudusunda. Bu seferde karşısındakini, ötekini fark etmek, onun gözünden bakmak, ona yönelmek için bir araca dönüşüyor aşk.
Muhtemelen nasıl (hissederek) görüyorsak öyle bir dünya tasarımlıyoruz.
Fiillerimizi de tasarımladığımız bu dünyayı gerçekleştirmek için
gerekçeliyoruz, anlamlandırıyoruz, var ediyoruz. Bu çabanın değere dokunan
kısmı ise doğrudan etikle ilgili.
Aşkın etiğe, insanlığımıza olan katkısı anlama tarzımıza yaptığı
katkı üzerinden olmalı. Ki meselenin sadece etik olmadığı ama temelinin bu
olduğunu da ekleyelim. Eksik olduğunda üzerine bir şey eklemek mümkün değil.
İnsanın yargılarında otomatik pilot görevi gören vicdanın
gelişimine bir etkisi olmalı. Sosyal ben, ferdi ben meselleri. Yani başkasının
tavrını üzerime almak, söylediğimizi kendimize de söylemek, tavrımıza eleştiri
getirebilmek ve genel ötekiye karşı tavır geliştirebilmekle.
Vicdan çoğu zaman bir muhakemeye gerek kalmadan bizi otomatik
olarak iyiye yönelttiği için önemli, merhamet gibi. Aşk dışa dönük bir ilgi
olarak bize, bir başkasının bakışından kendimizi ve dünyayı görmeyi talim
ettiriyor. Buna bir başkasının kederini, acısını, çaresizliğini, ufkunu,
sınırlarını görmek de dahil. Bu sayede yeni durumlar karşısında verilen yeni
hükümler ile vicdani hafızaya yeni ilgiler yükleniyor olabilir.
Vicdanın çok da etkilenmediği ama bize kendini bir görev olarak
dayatan durumlar olabilir. Mesela bir hayvan sever için bir karıncanın ya da
böceğin hayatı, kedisi ya da köpeği kadar değerli olmayabilir ama yine de
onların yaşam hakkında olduğunu düşünüp ona saygı duyabilir. Yani bir tümel
bilgi, anlayış geliştirmek Aşkın burada bir rolü varsa başkasına olan faal
ilgiyi canlı tutmasında olabilir. Bu ilginin var olabilmesi için bazı
duvarların yıkılması lâzım. İşte Mevlâna, muhtemelen o duvarları hırs, kibir,
büyüklenme olarak görüyor.
Devam edebilir.
*Varlık ve Zaman sh.150
20 Eylül 2019 Cuma
34
Kısaca yazacağım,
uzun uzun yazıp örneklendirmek gerek ama vakit yok. Belki ilerde
Bedevi ve
Karısı hikayesinde, karısının ağlaması üzerine Bedevi’nin tavrında oluşan değişim
Mead’ın* ferdi benine işaret ediyor. Yani bu şekilde okumak da mümkün. Aynı
şekilde “Dudu kuşu ve Bakkal” ve “Hz. Ali” kıssalarını da. Mesnevî ferdi benliğin
ortaya çıkışını anlatan hikayeler açısından çok zengin.
Bu ne işimize yarar? Nefsin hastalıkları ile uğraşan dervişin davranışlarını gerçekleştirirken kendini herkesin tavrını anlayacak şekilde konumlandırmasını öğrenmesi gerekir. Sosyal ve ferdi bir benliği gerçekleştirmeden nefsini görmesi mümkün değildir.
Bu ne işimize yarar? Nefsin hastalıkları ile uğraşan dervişin davranışlarını gerçekleştirirken kendini herkesin tavrını anlayacak şekilde konumlandırmasını öğrenmesi gerekir. Sosyal ve ferdi bir benliği gerçekleştirmeden nefsini görmesi mümkün değildir.
Bu konuda
Mead’ı okumamızı tavsiye eden Hüseyin Bey’e de binlerce teşekkür.
*Herbert Mead - Zihin, Benlik ve Toplum
9 Eylül 2019 Pazartesi
33
Müziğin bir nağmesi, gelenekle oluşmuş bir çini motifi
toplumsallığı ve onun yarattığı anlam bütünlüğünü bireyin zihninde tekrar
aktive eder. Bu bütün onun bu bütünlükten anladığı ile sınırlı ve muğlaktır. Bu
yüzden kültürel bütünlüğün inşası herkes için ayrı ayrı söz konusu olmalı ve
herkesin bu bütünlükten anladığı da farklı olmalı. Aktive edilen içerik, kişi
için pekala anlam bütünlüğünü kaybetmiş, bir ritüele ya da hatıraya indirgenmiş
olabilir. Bu durumda yüklenilenilmiş anlam bütünlüğü farklı, görünürdeki
aidiyet farklı olacaktır.
Sanat eseri
ile anlam dünyası arasında şöyle bir bağ olabilir; mesela bir müzik eseri
bestelenirken sakinlik ve vakar hissinin o besteye hakim olması düşünülebilir.
Ya da bir çini motifi en az çizgiyle çizilmesi kanaati hatırlatabilir. Böylece
bir anlam bütünlüğü sanat üzerinden de hatırlatılmış olabilir.
19 Nisan 2019 Cuma
32
Geleneğin gayesinin (tasavvufun) insan
yetiştirmek olduğu söylenir. İnsan yetiştirmekten gaye nedir? Kastedilen
insanı diğerlerinden ayıran niteliği nedir? Şüphesiz burada kast edilen olgun
insan. Öyleyse bir insana olgunluk sıfatlarını veren şeyler neler olabilir?
Yahut bunlar nasıl niteliklerdir? Burada söylenebilecek belki ilk şey iyiyi
kötüden ayırt edebilme ve bunun sonucunda ona göre eyleyebilme gücüne sahip
olma. Bir de bu işin nasıl eyleme kısmı. Olgun insan için başka nitelikler
saymak da mümkündür belki. Ama yine de tarifin içeriğinin büyük kısmını bu
nitelikler dolduracaktı. Şu an bizi ilgilendiren kısmı bir yeti olarak iyiyi
kötüden ayırabilme ve adil olabilme. Bu yerinde hüküm verebilme yetisi nasıl
kazanılır? Burada bizi bekleyen şöyle bir sorun vardır. Bu konuda iki farklı
görüşten bahsedilir: ilki aydınlanma, insiyasyon tarzı bir olay sonucu iyi ile
kötüyü ayırt edebilme yeteneğine kavuşma. Bir nevi Tanrısal bakışa sahip olma.
İkincisi insanın kendi yetersizliğinin, faniliğinin bilincine varması ve
yanılabilir olduğunu kabul etmesi. Bu bir yerde zahmetli bir inşa süreci,
bireyselleşme. İlkindekinde bir tamamlanmışlıktan söz edildiği için problemli
bir yanı var. Uzun mevzu, bir giriş yapmış olalım.
*
Daha evvel tasavvuf için aklı savunurken
onun etik, hukuk ve siyaset alanında gerekliliğinden bahsetmiştim. Şimdi fark
ediyorum ki hukuk ve siyaseti işin içine sezgi yoluyla dahil etmişim. Yazarken
bazen bir soru işareti kafamda canlanmıyor değildi. Bu iddiaların bir şekilde
gerekçelendirilmesi gerektiğini hissediyordum. Bugün Simmel’i dinlerken sanırım
mesele çözüldü. Mesele geleneksel, modern insan farkından çıkıyordu. Modern
insan, (postmoderni ihmal edersek) geleneksele göre çok daha fazla hukuk ve
siyasetle iç içe. Bu konularda çok daha fazla karar alma, hüküm verme zorunda. Geleneksel insanın etik dışına çıkmasına pek gerek kalmıyordu.
Gerekse de verdiği hükümlerin pek pratik sonuçları yoktu. Gölpınarlı …………adlı
eserinde millet kavramının eskiden başka bir anlam taşıdığından bahseder.
Müslüman milleti, Yahudi milleti gibi dini kavramlar üzerinden anlaşıldığından
bahseder. Bunu geleneksel toplumun anlayışı olarak kabul etmek ne kadar sağlık
olabilir? İnsanî anlayış bu zemin üzerinden mi anlaşılıp çözülüyordu? Dini
kavramlar seti bu noktada yeterli oluyordu sanırım. Din ve etik toplumsal kurallar
içinde bir arada erimişti. Her neyse, bugüne dönersek şunu söylemekte
zorlanmayız galiba: Bugünün insanı gerek yönetim şekillerinin değişmesi ile
gerekse iletişimin hızlanması ile çok farklı sorunlarla meşgul. Artık
siyasetin içinde bir karar merci olması ile, medyanın hızı sayesinde siyasi ve
hukuki birçok olayın içinde kamuoyu sıfatıyla var. Bürokrasinin ise bizzat içinde ve karar almaları rasyonel.
Sıradan bir trafik kazasının örtbas edilmesi mevzuunda (Rabia Naz olayı) sıradan
insanlar konuya taraf olarak insiyatif alabilmekte bir kamuoyu baskısı
oluşturabilmekte, hukukun işlemesine dolayısıyla adaletin yerine gelmesine
sebep olabilmekte. Gene oy hakları ile politik bir insan olarak birçok yönetsel işte ve kararda taraf
olabilmekte. Artan karar alma yükü kesifleşen nefsin hileleri ile birlikte
sorumluğunun yükünü daha da artıyor.
Karar alma artık, belli davranış kalıpları
üzerinden değil ilkeye dönerek alınmak zorunda kalınıyor. Çünkü daha evvel
karşılaşılan ve dolayısıyla bir kalıba dönüşmüş meselelerle karşı karşıya değiliz. Ek olarak
eskiye göre çok farklı fikirler arasında seçim yapmak zorunluluğu var. İşte
ilkeye dönüş zorunluluğu adaletin, özgürlüğün neliği üzerindeki sorulara dönmek bir
yerde.
Sonuç olarak hukuk ve siyaset felsefesi de, etik kadar, bugünün talibin önünde, artan karar alma yükü ile kesifleşen nefsin
hileleri ve bunun sorumluluğu ile birlikte bir ödev gibi durmakta.
----
ek
Yani, Modern insanla geleneksel insan arasındaki farklardan biri de modern insanın politik bir insan olmasıdır. Öyle ya da böyle yönetimin bir yerindedir, ya da en azından taraftır. Bu çağın insanı için bundan kaçış yok. Bu pasif bir tavır değil, oy hakkıyla, kamuoyu baskısıyla ya da yönetimin bir yerinde olmasıyla insan siyasete müdahil. Politik bir ufuktan bakış hakikati kavrama şeklimizi de ister istemez biçimlendiriyor, ve bu biçimlendiriş nefsin istekleri için yüce gerekçeler sunup hakikati perdeleme konusunda mahir. Bugünün talibi yapıp etmelerinde, aldığı kararlarda bir politik ufka yerleşik olduğunu hatırlayarak kendini(nefsini), (ergin bir insan olarak sorumluluk bilinciyle) bir kez daha yoklamalıdır.
Bu yüzden eleştirinin, sorgulamanın, hakikat derdinin ahlaki bir yanı var.
----
ek
Yani, Modern insanla geleneksel insan arasındaki farklardan biri de modern insanın politik bir insan olmasıdır. Öyle ya da böyle yönetimin bir yerindedir, ya da en azından taraftır. Bu çağın insanı için bundan kaçış yok. Bu pasif bir tavır değil, oy hakkıyla, kamuoyu baskısıyla ya da yönetimin bir yerinde olmasıyla insan siyasete müdahil. Politik bir ufuktan bakış hakikati kavrama şeklimizi de ister istemez biçimlendiriyor, ve bu biçimlendiriş nefsin istekleri için yüce gerekçeler sunup hakikati perdeleme konusunda mahir. Bugünün talibi yapıp etmelerinde, aldığı kararlarda bir politik ufka yerleşik olduğunu hatırlayarak kendini(nefsini), (ergin bir insan olarak sorumluluk bilinciyle) bir kez daha yoklamalıdır.
Bu yüzden eleştirinin, sorgulamanın, hakikat derdinin ahlaki bir yanı var.
19 Şubat 2019 Salı
Felsefe ne işe yarar?
Felsefe ne işe yarar?
Felsefe putları kırmaya yarar. Genel kanaatin dikte ettiği kötülüğü red etmeye,
olguları ve olayları kendi alet çantasıyla yeniden değerlendirmeye yarar. Bunu
yaparken de evreni ve dolayısıyla insanı yeniden tanımlamaya çalışır.
Felsefe putları
kırmaya yarar; uzman görüşleri, genellemeler, değerler, istatistikler de
yanılabilir. Yanılmasa da her görüş zaman ve yere göre değişebilir,
derinleşebilir, istisnaları ile elden geçirilebilir. Bir meseleye eleştirel
yaklaşmak onun tersini düşünmek değildir. Bir meselenin muhalifini düşünmek çoğu
zaman düşünmeye başlamanın sadece pratik bir ilk adımıdır. Eleştirel düşünce, diyalektik
düşünce eleştiriye açık bırakıldığında anlamlıdır. Bu yüzden refleksiftir. Yani
yeniden, yeniden düşünülmeye, eleştirilmeye açıktır. Uzmandan gerekçe talep
eder. Gerekçe ile yetinmez, öncüllerle sonucun sağlamlığını, bağıntısını
tartar. Genellemelerin istisnalarını yoklar, istisnanın genellemenin sağlamlığını
ne kadar etkilediğine, zamanın ve konumun etkisine bakar. İstatistiklerin
kapsamını, koşullarını inceler. Onların, çoğunlukla doğruyu değil bir eğilimi
verdiğini hesaba katar. Bütün bunları yaparken kendi alet çantasını en sıkı
şekilde tekrar tekrar elden geçirir, düzenler, değiştirir.
4 Şubat 2019 Pazartesi
31
Kimin elbisesi bir aşk yüzünden yırtıldıysa hırstan, ayıptan tamamiyle arındı o.
Sevin a sevdası güzel aşkımız bizim; a bütün illetlerimizin hekimi bizim. 22-23
Sevginin, aşkın eşlik ettiği bilincin yönelişi anlamaya, problem çözmeye yönelen zihne göre daha uzun ömürlü. Zihin bir mesele ile uğraşırken, onu anlamaya çalışırken ya da bir problemi çözmeye çalışırken böyle değil. Mesele anlaşıldığında, problem çözüldüğünde bilinç hemen bir başka şeye yöneliveriyor. Böyle bir yöneliş süreli. Sevgiyle, aşkla yönelme ise süreklilik arz ediyor.
*
Sevgi duygusunun
düşünceye eşlik etmesiyle korkunun eşlik etmesi farklı. Korku, yanlışlardan
sakınmaya yönelirken; sevgi iyileştiren yapıcı, düzenleyici davranışlara
yöneltir. Sevgiden adalete giden yol korkudan giden yoldan daha kısa
olmalı. Yani eyleminin gayesi sakınma olan bir motivasyonun kendi zararından
çıkıp başkasına ulaşması vakit alır Sorumluluktan anlaşılan da daha bireysel.
Öncelikle zarar görmemeye odaklı.Her iki duygunun da farklı düşünme tarzlarına
yol açtığı söylenebilir.
*
Bir başkasının
gönlünün kırık olduğunu nereden biliriz? Onun gözünden bakarak. Bu “el alem ne
der” ve “köle efendi diyalektiğinden” farklı bir öznelerarasılık. Gönül alma,
iyileştirme ve düzeltme ediminin ön planda olduğu bir edim. “Gönül alıcılık”
ayrı bir düşünce tarzının, uyanıklığın, tecrübenin işi. Sevginin, sakınmadan ön
planda olduğu bir bakıştır. Gönül almaya niyet bir yönelişi ister. Bilincin bu
görüşe açık olması gerekir. Bu ayrım seçici bir yöneliş. Karar verme edimleri,
seçicilikte fark ediyor. Düşünme tarzını etkilemesi öncelikleri değiştiriyor.
Burada bizi bir soru bekliyor : "Gönül alıcılık" nedir? Davranış tarzı? Hassasiyet? Bir beceri? Bakış açısı? ..... Cevabı henüz olmasa da şunu söylemek mümkün sanırım, başkasına açıklık, dışa açıklık diye tanımlanacak bir şeyler var.Ek olarak bir tercih olduğu söylenebilir, niye herkeste olamadığını da düşünerek.Bazı insanlar niye bunu tercih eder? Yine bir özgür seçim olduğu eklenebilir.Getirisinin muğlak olduğu ve çoğu zaman vakit ve nakit kaybettirdiği. Peki duygudaşlık, kendini sorumlu hissetme?
Burada bizi bir soru bekliyor : "Gönül alıcılık" nedir? Davranış tarzı? Hassasiyet? Bir beceri? Bakış açısı? ..... Cevabı henüz olmasa da şunu söylemek mümkün sanırım, başkasına açıklık, dışa açıklık diye tanımlanacak bir şeyler var.Ek olarak bir tercih olduğu söylenebilir, niye herkeste olamadığını da düşünerek.Bazı insanlar niye bunu tercih eder? Yine bir özgür seçim olduğu eklenebilir.Getirisinin muğlak olduğu ve çoğu zaman vakit ve nakit kaybettirdiği. Peki duygudaşlık, kendini sorumlu hissetme?
Hal deyip geçmek de mümkün. Ama o zamanda hali açıklama problemi var.
*
Hesaplar planlar
içinde insanın bu hay huydan çıkıp kendini dinlemesi olayları gerekliliklerin,
görünürlüğünün dışında iyilik ve kötülükleri için değerlendirmesi zor. İşte
ibadete illa bir işlevsellik verilecekse bu olabilir. Nefes alıp başka açıdan
değerlendirmeyi., hırstan planlardan soyunmayı. Bu sayede tekil olaylar ve
olgular tekrar organize edilirken mutlak olana yönelme ile yaşam dünyası
üzerinden kendimizi tekrar kurarak öncelikleri yeniden sıralama. Fakat bu hâlâ
bir mesafeli ilişki gibi durmakta. Kant'ın güzelin ve yücenin tecrübesi için
söylediklerine tekrar bakalım. Sevgi ve aşkı bunlar üzerinden yeniden düşünmek
mümkün gibi geliyor. Sonuçta aşk ve sevgi güzel ile yüceden doğmaz mı?:
Kavramların dışına çıkmak ve ereksiz bir ereklilikle güzeli bütünülüğü içinde
kavramak/sezmek. İşte bu. yakınlığın azalmasnı sağlayabilir.- Güzelin tecrübesi
ile. estetik beğenide olduğu gibi kavramların dışına çıkılıyor. Kant'ın şeması
üzerinden gidersek ....,güzelin tecrübesi niye önemli 1 Davranışları inceltiyor
2. Mutlakı kavramada yakınlaştırıcı bir rol oynuyor
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)