30 Nisan 2010 Cuma

Yaralar

Kimi pespembe, göz önünde durur (? arızalı)
Kimi içten içe sızlar kanatır

Yaralar olmasa insan ne zalim,
Ne kadersiz, feci bir uykudadır

Karagöz perdesi birden kurulur,
Görünen sokratesin gölgesidir

* * - - / * * - - / * * -

ilk hali :

Kimi uzanırız bir ağacın altına
Kimi Sokrates'e Karagöz oynatırız, mum ışığında.

Yâr bana bir eğlence, medet

Kimi pespembe, görünürde bir yerde
Kimi ise içten içe sızlar kanatır

Ve iyi ki yaralarımız var,
Bir ana gibi, bizi zalimlikten koruyan

13 Nisan 2010 Salı

Korku, koşulsuzluk vs.

Koşulsuz iyilik ahlâkın insanda bir tabiat olması ile mümkün. Fakat insanın böyle bir noktada(bir dengede) sabit kalabilmesi mümkün değil. İçten gelen bir zorlama ile, yapamama halinde rahatsız olmakla, alışkanlıkla değil. (farkı ne?) İnsanlıkla, eşref-i mahlukatla fark da alışkanlıktan geçsede orada mekaniklikte kalamıyor. O halde terakkide yolcuk nereye ? Muhabbete mi?

Dinden amaç bu mudur emin değilim. Ama (en azından amaçlardan biri olarak) ahlâkın insanda bir tabiat olarak ortaya çıkmasını sağlamak olduğu söylenebilir. Bir tabiat olarak ortaya çıktığında ise devamlı olarak sorgulanan cennet için/cehennem için tartışması kendiliğinden son bulur gibi duruyor. Bu tartışmanın içeriğindeki riya kokusu, ve korkudan dolayı eylemek bir nebze ortadan kaybolur. Mekaniklik ise, bu noktada hâla cevap bekleyen bir soru.

Fakat (bir önceki paragrafla çelişerek) korkuyu tamamamen ortadan kaldırmakta (belki cezbe halinde anlık olarak dalmak?) bir eminlik işareti olduğundan mümkün değil bir yerden. Nefsin ortadan kalkmadığından hareketle sevilmememe korkusuna kadar rafineleşse de korku bağı hep var.

Neden bir tabiat olmalı sorusu da var sırada? Niçin korkuda kalamıyor da korkudan tabiate geçiyoruz? Sükûn ve teslimiyet ise bir cevap olarak durmuyor. (Belki bir netice)

Taslak