22 Eylül 2012 Cumartesi

Blog yorumları


http://delipeluze.blogspot.com/2012/09/iyilik-ve-dogruluk-asla-galip-gelmeyecek.html

   


İyilik, doğruluk, adalet dünyanın vadettiği, sorumluluğunu üzerine aldığı bir şey değil. İyilik, doğruluk, adalet kişinin iradesiyle yüklenebileceği, sorumluluğunu alacağı bir şey.

Kurumların sorumluluğu ise onları temsil edenlerin üzerinden. Kurumların iradesi diye bir şeyden söz edilidiğinde, ilk önce bu irade kurum adına karar alanın iradesi. Meşruluğu, doğruluğu, yanlışlığı hep "adına temsil" üzerinden. Kurumun kişiden bağımsız öne çıkması, çıkabilmesi, ikna edebilir olması "adına karar alanların" kuralları işletip aradan çekilmesi ile mümkün. O zaman "temsil eden", "adına karar veren" silinir, gözden kaybolur-kurum bir kurum olarak tesis olmuş olur.

Dünya, bizim dışımızda diğer insanlarla bir arada kurumlar üzerinden var. Kurumlarsa ortak kabulün meşru zemini üzerinde ayakta duruyor. İnandırıcılığını, makullüğünü kaybetmiş zeminlerin uzun ömürlü olması zor.

İyilik, doğruluk tesis edilmiş, bitirilmiş, kurulmuş bir olgu değil. Gerçekleşen her olayda yeniden kuruluması gereken bir ideal. Kamu vicdanının hep tetikte oluşu bundan.İyilik, doğruluk, adalet arayışı her dem yeni bir hüküm, her dem yeni hesaplaşma. Kimsenin elinden emin olamadığı bir oyun olması bundan belki.

14 Eylül 2012 Cuma

şiddetin kökeni



Şiddetin kökeni hakkında kesin bir şey söylmek zor; suçun, sapmanın kökenini kesin saptayamama gibi.

Biyolojik bahaneleri, genetiği bir kenara bırakırsak- şiddetin temelinde bir köşeye sıkışmışlık olmalı, ve başka türlü tepki vermeyi o an için beceremeyiş. Şiddet bir kuyuya düşüş belki bu bağlamda, tutunacak bir dal bulamama.

Öfkenin temelinde bir kendine güvensizlik olabilir de, olmayabilir de. Şiddet alışılmış bir tepki de olabilir. Öyle etiketlendiği için, kendinden bu beklendiği için, şiddetin bir şekilde içselleştirilmiş olması hâli de olabilir, ama olmayabilir de.

Toplumsal şiddet, linç bir toplu gaza gelme büyük çoğunlukla. Toplumsal bir aidiyet içinde olacak kötü sonuçları topluma mal etme, soumluluktan kurtulma kolaycılığı da var. Biz ne yaptık sorusunda arkada olma, bulaşmama, seyirci olma bir bahane olarak sonradan ileri sürebilir de sürmeyebilir de.

Şiddet tiyatroda, sinemada oyunun bir parçası. İzleyen sahnedeki kırmızı şeyin salça kıvamında bir şey olduğunu biliyor, oyuna seyirci olduğunda. Doğruluğunu yanlışlığını tartışmıyor.Gerçek hayatta şiddetin peşine takılmış izlyiciden bir farkı yok. Gerçek hayatta da her şey bir oyun olarak mı başlıyor, muhtemelen. İş oyunun gerçeğe döndüğü, çığrından çıktığı anda her şeyi durdurabilecek iradenin, normun, değerin kendini gösteremiyişinde.

Tüm ağız dalaşlarında oyuna yakın bir yan bulunabilir. Aile içi gerilimleri de bir oyun teorisiyle, iktidar arayışı ile açıklamak mümkün. Vahşi hayvanların kendi bölgelerini çizerken hırlaşmaları, işaret koymaları gibi. Şiddete kayış, elin şiddete uzanması anlık bir şey ve büyük bir ihtimalle zihinde bir şekliyle önceden meşrulaşmış bir uzanış.

7 Eylül 2012 Cuma

..

Sekülerizm dinin kirlenmesine yol açıyor. Laik sistemde din, olağan şüpheli olduğu için, içine kapanıp kendini koruyabiliyor. Dinin küçülmesi anlamına gelen sekülerizmde ise din, dünya ile karışıp yeni bir terkip ortaya çıkarıyor. Bu süreçte dinin uzlaşma sürecinde neler verdiğini tespit etmek zor, her şey hayatın akışı içinde gerçekleşiyor. İlkeler üzerinden bir alışveriş değil bu. Dini muamelat çerçevesinde düşünmek kolaycılığı, bazen çaresizliği hayatın içinde zemin kaybedip protestanlaşmaya yol açıyor. Bu anlamda bugünün doğal pratiklerinden yaşananlara baktığımızda, laikliğin dini koruma bağlamında, sekülerizmden daha başarılı olduğunu söylemek mümkün. Bu korumanın ise bir "derin dondurucu" koruma olup olmadığını konuşmak ise ayrı bir konu.