24 Haziran 2011 Cuma

Anayasa?

Anayasa tartışmalarının pek içinde olmadık, pek de takip etmedik.

Tarih derslerinden aklımızda kaldığı kadarıyla, anayasa yapma hep bir ideal olmuş. Meşrutiyetin ilanı, anayasanın kabulü ile herşeyin çözüleceğine, kötü gidişin tersine çevrileceğine inanırlarmış insanlar.

Yaşanan sorunların ne kadarının anayasa ile düzeleceği konusunda tereddütlerimiz var. Sorunların bazılarının tarafgirlik, insiyatif alamamadan kaynaklandığını düşünüyoruz. Dünyanın en iyi anayasası yapılsa dahi işin içine tarafgirlik, insiyatif alamama girdiğinde bir fayda elde edilmez gibi geliyor.

Nerdeyse tamamı değişmiş bir anayasanın kapağında 1981 yazması rahatsız edici ise değiştirelim. Birikmiş sorunları çözme insiyatifini ele alma yerine, onları anayasaya havale etme, anayasa sorunu olarak gösterip erteleme sorunları biriktirmekten başka bir şey değil. Sorunları zamana yayıp, yumuşak geçişlerle kırıp dökmekden, herkesi ikna ederek, orta yol bularak çözmek iyi bir çözüm yolu olabilir. Burda zaman kazanmak için, insanları oyalamak için, bir havuç olarak anayasa kullanılıyorsa bu başka hayal kırıklıklarına, güvensizliklere yol açar.

Uygulama, yöneticilerin zihin yapısı, amirlerin ve üst kademelerin beyanları bir çok sorunun insani bir şekilde çözülmesine yardımcı olabilir. Mesela birçok defa sorun yaratan yüzde on barajı için, toptan değişiklik beklenmeden, daha evvelki anayasa değişikliklerinde karar alınabilirdi. Gene 1 Mayıs'ta Şişli Etfal'in içine gaz bombası atılmasına gidilmeden, 1 Mayıs'ın statüsü idari kararlarla düzeltilebilirdi. Muhalif herkese haşere muamelesi yapılması bir genelge ile önlenebilirdi. Bunlar için anayasa değişikliğine ihtiyaç yok, zihniyet değişikliğine ihtiyaç var.

Yeni bir anayasa daha örgütlü, daha demokratik olacaksa bu hangi maddelerde ne gibi değişikliklerle olacak? Uygulamada verilen haklar gerçekten güvence altına alınacak mı? İdare bu kadar özgürlüğe hazır mı? Zamanla göreceğiz. Maddelerdeki somut değişiklikleri görmeden bu konuda şimdiden konuşmak ve hatta yeni bir anayasa ihtiyacından bahsetmek, en azından bizim için, pek inandırıcı olmayacak. Yazılı kararlardan ziyade; insanî bakabilme, insanî yorum yapabilme, yasa karşısında ayak sürmeme, karşındakini düşman görmeme, tarafgirlik yapmamak yani kısaca uygulama bizim için önemli olacak, ki daha çok onu takip edeceğiz.

21 Haziran 2011 Salı

Gemide



Bu sefer fırtına en olmadık yerden doğuyor

Kandilleri dinlendirilmiş bir ocaktan esiyor

Atacak demiri olmayan bir gemide gibiyim

Sert rüzgârlara dayanıklı, küçük akıntılara çaresiz


.

15 Haziran 2011 Çarşamba

Bekleme

Önce insan olmadan hiç bekleme

Kargaşan bitmezse bir bak kendine

14 Haziran 2011 Salı

Not

On emir, İncil, Kuran yalan söyleme, zandan uzak dur derken adres vermez, parantez açmaz ama bunlar müstesna demez. Bu sayede yorum "yaratılmış herşeye"; kurda, kuşa, taşa, toprağa, suya kadar genişleyebilir. Bir ceza yazarken de bu cezanın uygulamasını kimseye tebliğ etmez, kendi uhdesinde bırakır; affını müjdeleyerek, tövbe kapısını açık tutarak. Sadece toplumun barışını, düzenini bozanlara dokunur, kendi tasarufunu kullanma hakkını da saklı tutarak. Bir köpeğe, bir kediye eziyet yasaklanmışsa bir grup insan için daha aşağı bir kategori iddia edilemez. Kimsenin canı, malı, ırzı kimseye helal değildir. Ceza konusunda kimseye bir rol biçmemiş olanın karşısında hiyareşik yapı iddiası, tepeden bakış, eşitliksiz bir tavır rol çalmaya kalkışmaktan öte bir şey değildir.

11 Haziran 2011 Cumartesi

Tanpınar'ın gözüyle "Yahya Kemal"


Ben daima bize lâzım olanı düşündüm. sh.22





Tanpınar’ın gözünden Yahya Kemal beklediğimden, kafamdaki Yahya Kemal’den epeyi farklı. Geçmişe meraklı, çoşkulu, vezinler, kafiyeler içinde bir Yahya Kemal bekliyordum. Gene böyle bir Yahya Kemal var ama… Bunlara ek olarak, kendi döneminin yazarlarına, düşünürlerine fikri olarak yön verebilecek bir derinliği olan; zaman zaman kendisine denk gösterilen Ahmet Haşim’i bile etkisi altına alabilen, bir çok genç yeteneği (Tanpınar, Yakup Kadri, Nurullah Ataç….) çevresinde toplayıp onlara destek olan, batıya karşı bir aşağılık kompleks beslemeyen ve hatta bir çok yazarı, şairi, düşünürü takip edip onlardan “kendine lâzım olanı” alabilen biri. Bir devrin düşünce ve fikir hayatına yön vermiş insanlardan biri, işin içinde mütahitlik olmayan bir mühendislik olsa da. Üzerinde düşündükleri konular bugün hâlâ güncel. Sıkıntı,bizlerin bu güncel sorunlar üzerinde, belli bir tarihsel süreç içinden geçmiş, sert yönlerini törpülenmiş bir düşünce geleneğinden habesiz olarak her seferinde yeni baştan başlamamız.

Acelesi olanlar için kültür tarihimizin kısa ama derli toplu bir özeti olarak ideal. Yahya Kemal'in sanatını, sanatını oluşturan fikri ve estetik yapının oluşumunu anlatabilmek için Tanpınar tanzimattan itiberen yaşanan fikri ve edebi macerayı anlatmak ihtiyacı hissetmiş. Bu da o dönem için okuyucunun elinde derli toplu bir özetin bulunmasını sağlamış.

YÖNTEMİ :Yahya Kemal evvela kendi yolunu arayan biri. Kendi yoluyla beraber kültürün santının gideceği yönü de aramakta. Afakı kuramların peşinde değil, ya da bunları daha sonra güncelin üzerinden düşünerek temelendirmeyi tercih etmekte.

Yahya Kemal, sohbeti seven biri, konuşuken düşünüyor " Yahya Kemal'in dikkati vaziyetlerin dikkatiydi. Neyiz? Konuşmalarının hususiyetini bu yapıyordu. Şüphesiz çok iyi konuşuyordu. Konuşmayı sanât haline getirenlerdendi. Fakat bu konuşmasında çok mübrem bir ihtiyaca cevap veriyordu. Sohbet, düşüncenin lâboratuvarıydı. Meselenin zaptettiği bu zihin, konuşurken bulur, geliştirir, yoğururdu. Kendini tekrarlamaktan çekinmediği için aynı sohbeti ayrı ayrı muhitlerde yapardı. Ve daima buluş hâlinde olduğu için hiç de ilk şekliyle gelmezdi.... Düşüncesi realitemizle beraberdi. Bütün kudretiyle ve doğruluyla aktüeldi, demek istiyorum .... Hayatın ihtiyaçlarına çok tabiî şekilde cevap verdiği, bütün tekliflerinin realite ile uygun düştüğü seneler.Kaldı ki etrafına karşı çok hür ve kendisine karşı çok sorumluydu" sh.22-23

Yahya Kemal artık var olmayan, olmayacak şarkı arıyordu ve şiirlerine bunu konu ediniyordu. Bu arayışı, dört asırlık geri çekilişin, dağılışın, bir çok savaşın, mağlubiyetlerin, acıların rehabiletesi ve yineden inşasıydı sanki. "Bütün milli hayatı bir sentez gibi görüyor, bunu coğrafyanın ve tarhin mirası olarak kendinde topluyordu" . Bu sentez geçmiş dönüşte "hiç bir geriye alma ve öç fikrine" rastlanmaz. Sentezini gerçekleştirmek için hiç bir kompleks duymadan, tam bir eşitlik içinde, doğunun da batının da(ve tanzimattan itibaren yaşanmış/açılmış bir çok ufkun) edebiyatından düşüncesinden de istifade eder. "Teklif ettiği şey cemiyet olarak kendimiz tanımak, sanatkâr olarak iç benliğimizi kurmak şartıyla eserimiz yapmaktı." Bu çaba gittikçe daha çok konuşma dilinde eser vermeye döner. "Edebiyatımızda bir kesilişi kabul etmiyor, bu edebiyatın kendi gelişmesi içinde kendini yenilemiş olduğunu" düşünüyordu.*


ESKİ EDEBİYAT : Tanpınar'ın, “Maî ve Siyah”‘ın Ahmet Cemil karakterine yüklediği “idealizasyon ve küskünlük” özellikleri “Kiralık Konak”ın Hakk-ı Celis’ini hatırlattı.

Edebiyatı Cedide’nin eskiyi rededen tavrı Yahya Kemal çevresindeki Yakup Kadri’de değişik bir niteliğe bürünüyor. Geçmişe ve geleneğe bağlı Hakk-ı Celis küskünlük açısından Ahmet Cemil’e benzerken başka bir idealizasyonun gölgesindedir.

Tanpınar’ın “Aşk-ı Memnu”nun tüm karaktarlerini (ve tüm Edebiyat-ı Cedide'yi)Bovarizimle etiketlediği karakterler “Kiralık Konak”ta da (bir eleştiri ile birlikte) mevcut. Bu yolunu arayan küskün karakter Tanpınar’ın “Huzur”unda Mümtaz olarak karşımıza çıkar. Sanki hepsi aynı karaktedir ve zaman geçtikçe gelişme kaydederler.

Dönemler ve bakışlar arasında geçişler, edebiyat eserlerinde ve onların yarattığı bu karaktarde yaşıyor gibi. Karakterler geçişlerdeki sentezlerle daha incelikli özellikler kazanmakta, meseleleri ele alışlarında derinleşmekteler.

Mesela Ziya Gökalp’la Yahya Kemal’in milliyetçilik meselesine farklı bakışları gibi- dönem ve çevreler değiştikçe meseleler üzerine gittikçe sert ve köşeli analizlerden daha insani, kompleksiz bakışlara geçildiği izlenimini veriyor.

Yahya Kemal'in şiirini sınıflandırmaya kalkarsak ne diyeceğiz? Tanpınar "neoklasik" olarak kabul edilmesinden yana. Bu düşüncesini temellendirmek için klasik nedir? biz de klasik denebilecek bir dönem var mıdır? üzerine uzunca bir bölüm yazmış. Bu konuyu daha sonra "Hakikat ve Yöntem" ile karşılaştırak yazmak için sonraya bırakıyoruz.

Kitabın sonuna doğru Yahya Kemal'in şiirlerini tahlil edildiği yaklaşık altmış sayfalık bir bölüm eklenmiş. Şiirlerin bazıları bugünün diliyle. Bazılarının okunmasında ise Osmanlıca bir sözlüğe gerek duyuluyor. Tahlillerin referansları psikolojiden eski geleneklere kadar oldukça geniş bir ufuk üzerinden. Tamamının üzerinde durmak mümkün olmasa da bir iki konu hakkında bir şeyler demek istersek:

TEMALAR : Yahya Kemal eski temaları kullanıyor ama bunu yaparken yeni anlamlar yükleyerek, etkilendiği/sevdiği batılı şairlerin yükledikleri anlamları da yüklüyor. Gül,bülbül, Çemşid, Çöl gibi geleneğin kullandığı pek çok tema aynı zamanda sembolik bir değeride ifade ediyor. Buna rağmen güzeli görme ve bunu ifade edebilmede bu sembollerin direkt olarak ifade ettikleride söylenebilir.

Yahya Kemal'in şiirinde iki temaya birden oldukça sık rastlanmakt Cemşid ve Rind. Sohbete olan merakından mıdır bilemiyoruz alkole ve dost meclilerine uzak değil. Şiirlerinde alkol bazen doğrudan yer bulmakta bazense ilahi bir sarhoşluğun ifedesine dönüşmektedir. Melameti neşe ile rindlik onun tasavufta görmek istediği, aradığı şeydir.

Tecelligâh iken binlerce rinde
"Melâmet" söndü Şarkın her yerinde
sh.26

derken artık bu geleneğin yaşamadığından şikayet etmektedir.

"Medeniyetimiz Mesnevi ve cihat medeniyetiydi" derken, eski hayatımız nasıldı sorusuna "Pilav yer, Mesnevi okurlardı" derken de Mevleviliği idealize etmekteydi. Eski şiirin havasıyla "Ene'l Hakk" felsefesinde derinleşirken, eski zamanları tenkit edeken " Eline her def alan 'Ben Allahım' diyor. Böyle bir cemiyeti nasıl idare edersin ve nasıl terakki ettirirsin" diye ekliyordu. sh.50-51 Gene "Nitekim tam Müslüman olan, imanını ne tasavvuf ne de panteizmin şaşırttığı Akif hiç aldanmamış, ustasının bu son eserini en sert şekilde karşılamıştı" derken bir panteist gelenek eleştirisi yapıyordu. sh.86

Tanpınar'ın Yahya Kemali, tasavvuf üzerine kafa yormuş, eleştiri getimiş. Ona göre "Dedelerimiz sade ruhlu ve imanlı insanlardı" sh.29 Melameti/Mevlevî neşe ile hayatı rindane bir tavırla kavrayan insanlardı.


ŞEKİL: Yahya Kemal için şiirde şekil aruz. Bugünün şiirinde aruzu kullanmak artık pek mümkün değil. Fakat eski şiirden zevk almak, bir çok şarkı sözünün akıcılığı konusunda fikir sahibi olmak, şiirde ritim duygusunu almak açısından, en azından "ansiklopedik bilgi" olarak, bilimesinde fayda var. Aruz ile yazmak sabır ve işçilik isteyen bir iş. Vezni oturtmak için kelime aranırken daha evvel akla gelmemiş her yeni kelime ile birlikte bir çok fikir, imaj denendiği için geliştirici bir yönü de var.

* sh.27,28,45,47,105,156

http://www.idefix.com/kitap/yahya-kemal-ahmet-hamdi-tanpinar/tanim.asp?sid=UQSSUNU4TY0AY4MD1P3I

8 Haziran 2011 Çarşamba

Çevirmen sorgusu

Keyfilik güçle birleşince bir alışkanlık olabiliyor ya da bir politikanın aracı. Bir çevirmeni altı saat karakolda tutmak, küçük düşürücü sorular sormak, keyfiliği cehaletiyle harmanlamak; güzelden, geleneğinden habersiz olmak için söylenecek çok fazla şey yok. Söylenecek çok şeyin olmaması şehvetle güce tutunanların ikna edilecek gibi olmamasından, bu umudun daha evvelki tavırlarıyla yok edilmesinden.

Dünyanın kendi gördüğü gibi olduğunu zannedenlere başka türlü de görülebilir olduğunu anlatmak zor.

İnsanları bir düşüncenin/dinin hiyararşisinden sınıflayana, değer biçene ne anlatılabilir? Her söyleneni söyleyenle tartacaktır.

Tutarlılık, söylediğinin arkasında durabilme, güzelden anlama, güzellik arayabilme bir insanlık işi. Sırası geldiğinde bir Papua Yeni Gine'li bir fakihten daha tutarlı olabilir. Tersine inandığımızıda yol haritamız içi boşaltılmış, hikmeti/sinirleri alınmış mezhepler; kafatası ölçüleri, kurtuluşun sadece kendisine vaad edildiğine inanan ırkların el kitapları olur.

Gayelerini sadece, kendi saksılarındaki çiçeği büyütmek olarak hedef koyanlar, başka çiçeklerin gelişmesini engelleyerek bunu başaracaklarını düşünüyorlarsa, onun da bir gün ellerinden gidebileceğini hesaba katmıyorlar. Bir saksı çiçek için bahçeyi talan edenler; bahçenin de, saksının da faniliğini unutuyorlar.

2 Haziran 2011 Perşembe

"Sen de haklısın"

"Sen de haklısın"ının ifade ettiği hikmet adaleti teslim ederken karşı tarafı da dinleme, bütün şartları gözden geçirme, herkese kulak verme üzerine. İnsanların olaylara farklı bakabileceklerini teslim etme.

Kendini başkasının yerine koyma kendini unutma değil, "karşındakin argümanlarının nasıl haklı olabileceği" üzerine; ön yargıları, ön kabulleri, bakış açımızı unutmadan kaşındakinin fikrine yer açmak için onları anlama sürecinde "askıya" almak.

"Falan olayda filan haklı ama karşındaki de böyle" diyip susmak ise bir hakkı teslim değil.Bu, ne şiş yansın ne kebap mantığıyla sorumluluk almama, alamama olarak bir çeşit eyyamcılık. Bu tarz bir görmezden gelişin içinde bir temize çıkarma da var.

Herkes haksız/kabahatli ilan edilerek, haklının hakkını teslim etmemek, üstü örtülü de olsa zulmü görmezden gelmek olur. Tüm şartların gözden geçirilmesi haklıyı, zulüm görenin durumunu perdelemek, örtmek içinse (içinde kasıt da barındırdığından) daha vahimdir.

1 Haziran 2011 Çarşamba

Hani?

"Fırat kenarında bir koyunu kurt aşırsa, Abd-i ilahi Ömer (Radıyallahu Anh) den soracak onu".


"Bir bölümde 150 kişilik bir grup taş atmaya başladılar, otobüsümüz ciddi isabetler aldı. Tabi bu arada bir tanesi de kalp krizi geçirerek, kimliğini bilmiyorum, üzerinde durmaya da gereğini duymuyorum kalp krizi sonucu ölmüş."