22 Haziran 2010 Salı

Saylonlular

Kusura bakma

Bu kalkanlar

Son Saylonlular sadırısında

Sıkışık kalmış


Mehtap ve deniz

Dener dururur

Açılmaz bu meretin kalkanları

15 Haziran 2010 Salı

Avare hayat

Ben neler çektim biliyor musun?

Yazsam hayatım roman olur

Mazlumum mazlumsun mazlumuz

Diyenler arkadan ekler

Alacaklıyız yani hayattan, anlayacağın.

Da hayatın da cebinde akrepler

Balık kavağa çıkınca

Kırmızı kar yağınca

Muhakkak önümüzdeki perşembetesi

*

Avare hayatsa gülerek

Rastgele masalara bıraktırır

Hesap pusulalarını

Hiiiç üstüne alınmadan

14 Haziran 2010 Pazartesi

Uçan kediler

Uçan kediler, uçan tekmeleriyle tırmıklamakta, köpeklerden kaçarken .

Köpekler ki, parkları istila etmiş, öfkeleri enaniyetlerini beslemeye hazır

Özgürlüğün başı boşluğuyla her harkeket edene teyakkuzda

Çınarlar, kestane ağaçları asırlık suskunluklarıyla, mütesebbim ve uykulu

Kışın soğuğuna yazın hırgürüne, olana bitene anlayışlı.

4 Haziran 2010 Cuma

Eşref-i mahlukat

İnsanı eceli eğretileştirir, beşeriyeti yalpalatır

Sabitleyip eşref-i mahlukata çeviren insanlığıdır

2 Haziran 2010 Çarşamba

Akıl

Galiba ...

*Aklın yaptıkları küçümsenecek şeyler değil. Olguları derleyip toparlaması, düzenlemesi, sonuçlar çıkarması ve ölçüp biçerek vicdanın kapısına bırakması... Bir ağır işçi gibi bilmeyi sırtlar; bilgi, sorumluluk yüklenmebileye, pişman olabilmeye yol açar. Bir yerde akıl kaderi ayakta tutan omurga gibidir. Akılsıza, aklını kaybetmişe ise ne kadar sorumluluk yazılabilir.

Akıl, irfanın bilgi yönü. Tecrübeyi fiile o geçirir, o sorgular, kesip biçer, hayata yamar. En nihayetinde ise irfanın sezgisine, vicdanına işi bırakarak geri çekilir.

Akıl, irfanı hayat karşısında ayakta tutar, önüne sonsuz seçenekler koyar.

Bitmiş, şekillenmiş, donmuş bir irfan ne kadar mümkün? Donmuş, bitmiş bir tecrübeden; şekillenen, değişen, yanılan, kendini düzelten bir irfana yol akılla bulunur.

İnsan bir mutant değil. Hayat da insandan bir bilgisayar programının mutat cevaplarını, bir satranç partisinin ezberlenmiş hamlelerini beklemez çoğu kez.

*İrfanın bir limiti, tarifi yok. İrfana sahip oluş, olaylara verilen cevaplar ile ortaya çıkıyor ki olaylarında, bakışlarında, anlamlandırmalarında bir sonu yok.

İrfan sahipliği iddiası ise pratikta pek mümkün değil. Ancak bir başkasının, bir başkası için irfanlı iddiası mümkün. Bu da bu tarihe kadar yaşananların neticesi, yaşanılacakların garantisi değil.

* Bir duruştan, bakıştan verilen bir cevap. Bilgi sahipliği üzerinden bir seziş ise irfan ; içinde tefekkür, akıl, hikmet, kalp olan bir tavır.

*Hayatla başa çıkma da sukûnu koruma ve olana rıza gösterme sırf ibadet ile huzuru derinleştirmekle mümkün değil. O zaman iş daimi bir uzlete gider. Halbuki toplum içinde insanlarla yaşayışta olanı biteni anlamladırıp, arkada bırakabilmek için irfana ihtiyaç var. İrfan araftan her dışarı atılışta dönüş bileti gibi. İnsan kurdu, kuşu seyrederek vakit geçirmiyor. Aksine Mevlana'nın dünyasında hayatın içinde hayatla şekilleniyor. Hayat hep bir cevap vermeyi, bir yol seçmeyi bekliyor. İyi ile kötü arasında farkın ayırdedilemediği her nokta hep bir seçim bekliyor bizi. Seçimlerin sonuçlarından çıkan sıkıntılarla, pişmanlıklarla uzlaşmayı, çilelere katlanmayı.

Zahire mâna katan onu anlamlandıran insanlık. İnsanlık ise bir bütün olarak irfanın üzerinde yükseliyor. Hz. Pir ibadetin zahirisini bir kab olarak değerli bulur. Ama onu değerli yapan içindeki mânadır. Burada (insanlıkla, hakikatle tavır alışın neticesinde) zahirin karşısına gelen tam olarak batın değil. Batına da yol açacak olan bir neşe. Zahirle batın arasında bağı kuran da belki bu neşe. Hayata verilecek cevaplar için, hakikat derdi için heybemizde irfanın bulunması gerekiyor gibi duruyor.

* Aşkla seyredenin akla ihtiyacı olmayabilir, aşkla iş yapanın ise akla her daim ihtiyacı var.

Taslak