29 Nisan 2013 Pazartesi

İstanbul



Sanki İstanbul'un gökdelenleri onun mezartaşı, 
Kitabelerinde sıradanlaştırdıkları kentin âh'ı yazılı

26 Nisan 2013 Cuma

..



Mesela müşkülpesent mesafeler vardı
Ve sararan sarmaşıklarla gelirdi akşam
Sessiz yoklamalarda mevcut hep bir eksik çıkardı

18 Nisan 2013 Perşembe

Tanpınar üzerine bir kaç not...


Sıra Tanpınar’a gelmiş.

Gelenekle modern arasında Tanpınar’ın kurmaya çalıştığı bağın mahiyeti nedir?

Tanpınar bir formül önermiyor kanaatimce. Eskinin bilinmesinin, eskinin ürettiği sembollerin bilinmesinin, kaybedilmemesinin peşinde. Hayat bu semboller üzerinden kendini yeniden kuracaktır.

Gelenek sabit değişmeyen bir şey değil. Tasavvufi gelenek de öyle. İklime, zamana, topluma, kişilere göre değişiyor,  gelişiyor. Derinleşip sığlaşabiliyor. Kutsal, dokunulmaz, değişmez, sabit bir gelenek iddiası etnosantrik bir iddia neticede. Geleneğin önemli bir kısmını inşa eden tasavvufun tarihsel gelişimene bakmak bunun için yeterli.

Avrupa modernleşmesinin temel dinamiklerinden biri, tarım toplumundan endüstri toplumuna geçişte. Sosyal kurumların yeniden şekillenmesinde-okulun, ailenin vs. yeniden şekillenmesinde, biçimlenmesinde ekonomik yapıların değişmesinin endüstrileşmenin büyük etkisi var. Modernleşmede sadece batının iyi yanlarını almaktan bahsedenlerinde, sadece ilmini/teknolojisini almanın gerektiğini savunanların ısrarla görmediği şey de bu. Endüstrileşme kendi sosyal kurumlarını , ekonomik ilişkilerini dayatıyor. Burada soru şu, herkes için gelişme, büyüme kabul edilen, zaruri bir şeyken; gelenekten, geçmişten bize has bir şeyleri -tarım toplumundan endüstri toplumuna geçerken- geleceğe taşımak mümkün mü? Tanpınar bunun yollarını arıyor. Pozitivizm’e karşı alternatif olarak gelişen sembolik-etkileşimci toplum kuramlarından haberdar olması mümkün, yine de bu konuda kesin bir şey söylemek zor. Net söylenebilecekler fütüvvetin, melametin, sembollerin taşıyıcısı olarak musikinin imkanlarını yokluyor, bu zevkin ayakta tutulması gerektiğini düşünüyor. 

Tanpınar’ın İsmet Paşaya saygı duymasından, sevmesinden kime ne. Ben dahil bir çok kişi için İsmet Paşa bir kahraman. Bunun bir eksiklik gibi sunulması, itibarsızlaştırmanın yollarının aranması sığ bir tavır. Kaldı ki, sanatçının kişiliği ile eserlerini karşılaştırmak ve ona göre eserlerine değer biçmek ne sanat eseri eleştirisi için ne de felsefe eleştirisi için geçerli olabilecek bir şey. Heidegger Nazi üyesi diye “Varlık ve Zaman”nın üzerini mi çizicez. Bir de biz kimiz ki insanları yargılıyoruz. Onların yaşadıklarından, buhranlarından haberimiz var mı? Sanatkardan, düşünürden aziz beklemek bunu bekleyenler için her zaman bir hayal kırıklığı olmuştur.

Felsefenin doğuşu için mitostan logosa geçiş denir. Mitleri bilmeden dönüştüğü şeyi anlamak ise ne kadar mümkün. İddiası olan, bir şey söylemek ihtiyacı hisseden 3000 yıllık düşünce geleneğini, kültür tarihini- doğunun ve batının bir bütün olarak- bilmek zorunda. Bir büyük insan dediği gibi “Üçbin yılın hesabını göremeyen karanlıkta yolunu bulamaz, günü gününe yaşar ancak. (Goethe) Bunu da bir parantez olarak ekleyelim.

9 Nisan 2013 Salı

Muhafaza etmek ya da emrivaki

Topçu kışlasının bir tarihi değeri var mıydı bilmiyorum. Ama Taksim meydanının vardı. Emek sinemasının da.

Her şeyi yenilemek gerekmiyor. Ya da artık var olmayanın bir simülasyonunu yapmak. Bodrum'a bir Zeus sunağını bire bir inşa etmek mümkün. Fakat bir simülasyon olmaktan ileri gtmeycek. Las vegasa piramit yapmak gibi. Şimdilerede Boğaza benzetilerek yapılan, önüne havuz kondurulan siteler gibi.

Taksim için alternatif projeler üretileblirdi. Trafik akışını sağlayacak başka güzergahlar yapılabilirdi, büyük araçların girişi yasaklanabilirdi. Yeni yapılacak yol trafiği rahatlatacak mı? Hayır. Yol aynı yol, sadece aşağı alındı, ek şerit falan konmadı.

Bir şeyin sizin için değerinin olmaması, herkes için de değerinin olmadığı anlamını taşımıyor. Herkes için değersiz olansa belki gelecek kuşaklar için değerli olacak.

Her şeyden anlamanızı kimse beklemiyor. Bunun farkında olmanız ve insanları dinlemeniz yeterli.

Bu kadarı insanı yoruyor.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/22998257.asp

8 Nisan 2013 Pazartesi

Sokratik diyaloglar


-          Şimdi bana anlatabilir misin, bu meselenin özü nedir? Tam olarak bana ne demek istiyosun?

-          “Ona güven, gerisini merak etme sen”

-          Anladığım kadarıyla sen ona pek güveniyor ve kefil oluyorsun. Bir zarar halinde kefaletn gereği zararı tazmin etmeye gücün var mı diye sormayacağım. Fakat bana söyler misin bu güveninin gerekçeleri nelerdir?

-          Bana göre bu bir süreç ve bu sürecin nasıl işleyeceği üzerine bir fikrim yok. Fakat iyiniyetle yola çıkıldığına inanıyorum. İyi şeyler olacağına inanıyorum. Böyle olsa daha iyi olmaz mı?

-          Elbette, öyle olsa daha iyi olur. Fakat temennilerin, başlangıçlar için olumlu bi etkisi olsa da sonuç üzerinde pek etkileri yoktur. Sen akıllı birisisin ve akıllı birinin özelliği iddialarını gerekçeleri ile sunabilmeleridir bir yerde. Oysa sadece duyduğun güvene inanmamızı istiyorsun. Bir inanç üzerinden konuşuyosun. Peki inanırsak anlıyabilecek miyiz?

-    Anlamanın ne olduğu üzerine düşünmek lâzım. Anlamak bulunduğumuz zamanı anlamktan ibaret ve kişiden kişiye değişebiliyor. Anlamaktan ziyade güvenmek, inanmak önemli. Söylediğime inanırsan için rahat eder, dert etmezsin.
- O zaman düşünmeyi bırakmamızı, asla anlayamacağımızı söylüyorsun- eğer yanlış anlamdıysam. Bundan senin benim düşüncelerime pek ihtiyacın olmadığını anlıyorum, sürece engel olmamam senin için yeterli. Peki ya rıza? Anlamadan rıza göstermek mümkün mü?
- Bunları çok fazla düşünmemek lâzım. Seninle oturup sorularına cevap vermek isterdim, ama pazarda işim var. Onun için ayrılmak zorundayım. Sana iyi günler.
-İyi günler...