26 Nisan 2012 Perşembe

Darülbedayi'ye Ayar ya da Muhafazakâr Sanat

Sayın İskender Pala geçenlerde "Muhafazakar Sanat Manifestosu" başlıklı bir yazı ile yeni bir tartışma başlattı. Birkaç gün sonrada Şehir Tiyatroları yönetmeliği değişti ve yapılan açıklamadan anlaşıldığı üzere tiyatrolarda oyun seçimleri belediye memurlarına bırakıldı.

 Sanat akımlarının isimlendirlişi, genelde, eserler bir akım oluşturacak şekilde ortaya çıktıp, sergilenip/okunup izlendikten sonra olur. İskender Pala'nın manifestosu bu manada dini duyarlığı olan gençler için cesaret verici, yönlendirici bir çaba gibi gözüküyor. Çünkü sanat eserinin ayırıcı özellikleri icrası, yazılması esnasında ortaya çıkar. Bu şekilde biçimlendirici ısmarlayıcı bir şeklide olmaz.

Bir muhafazakâr dilden, arayıştan söz etmek gerekirse böyle bir arayış Yahya Kemal ve öğrencilerinin (Tanpınar, Yakup Kadri) bu var. Benzer bir devamlılık Gölpınarlı Dede'nin çalışmalarında, eserlerinde gözlenmekte. (Bu devamlılığın izlerini kanatimce Orhan Veli'de, Oğuz Atay'da görmek mümkün, ayrı bir konu.) Bu açıdan isimlendirilmemiş, buna gerek duyulmamış olsa da bir arayış vardır. Bu yüzden İskender Pala ne kadar bunun dini değil geleneksel olduğunu iddia etse de İskende Pala çapında birinin bundan bihaber olması düşünülemez. Kanatimiz bu arayışın sert ve ayrıştırıcı uslubuyla, birleştirici bir unsuru arayıştan çok bir mevzi tutma gayesi güden, ve bize göre bu yüzden gelenekten kopmuş, geleneğin dışında kalmış Necip Fazıl'ın ayak izlerinin devamıdır. Necip Fazıl'dan geriye gidenelerin, Yahya Kemal'i, Tanpınar'ı atlayarak Mehmet Akif'e ulaşmaları ise enterasandır. Bu pencereden bakıldığı içinde "toplumun bağlarının geçmişten travmatik bir şekilde" koparıldığı iddia edilmektedir.

İskender Pala'nın öngürüsü/temenisi daha edebiyat, tiyatro ile sınırlanmış, bu alanda resim, heykel üzerine bir muhafazakar sanat bakışı ancak sansür üzerinden mümkün. Ve sanatları bir bütün olarak kabul ettiğimizde tesbih yapan bir sanatkarı, hat sanatçısını nereye koyacağız. Zaten geleneksel olan, geleneksel yöntemlerle öğrenilen bu sanatlarda "Muhafazakar sanatçı" nasıl olacak da dönüşecek. Bir ressam, ebruya merak salarsa onu nasıl değerlendireceğiz?

MS'nın tanımı bu yüzden sınırlı bir çerçeve içinde durmakta.Tanım halıcılık, kilim, Türküler gibi halk sanatlırını  da dışarda bırakarak daha çok sanat yapanı biçimlendirmeyi hedeflemekte. Bu biçimlendirme neticesinde yapılacak sanatında "Muhafazkâr Sanat" olacağı öngörüsünde.

Aslında telafuz edilmemiş olsa da, bu akıl yürütme sanatın eğitici, öğretici rolünün olacağından hareket etmekte. Bir düşüncenin, fikrin bir roman, tiyatro, film ile temsili mümkün. Bir tez romanı yapılabilir. Fakat burada belirleyici rol (ortaya çıkan şeyi roman, film, tiyatro olarak kabul etmek için) fikrin, düşüncenin varlığı değil sunuluşunun ustalığıdır. Bu ise sanatçının ideolojisinden, dünya görüşünden bağımsız olarak kişisel yeteneğinin ürünüdür

Darülbedayi'ye gelirsek:



devam edecek, düzeltilecek









2 yorum:

N.Narda dedi ki...

İkircikli bir konu.Yazıdan haberdardım ama okumamıştım. Sonra başka yazarlar da birşeyler karaladı ama onlara da bakmadım. Şu cümlelerinize katılıyorum: Sanat değil de sanatçının muhafazakarlığı, hassasiyetleri olursa onları dikkate alarak üretir. Ama ürettiğinin sanat eseri olması, yeteneğiyle yani nasıl yaptığıyla ilgilidir.Didaktizme kaçma pahasına üretilecek eserler sanat eseri olur mu?Ya da otosansür uyguladığında sanat eseri bütünlüğünü kayıp mı edecektir...Pala, Muhafazakarın Sanat manifestosu başlığını koymuş.Sanatı etiketlemek yerine muhafazakar insanın/sanatçının ürettikleri üzerine yoğunlaşılmalı bence. Kendiliğinden yolunu -adını bulacaktır zaten...Yazının sonlarında bir yerde "muhafazakar olmayan" sanat ürününü eleştirir ama dışlamaz,diyor. Burası da önemli bence.

Enis Diker dedi ki...

Bir aralar hidayet romanları vardı. En meşhuru "Minyeli Abdullah" idi. Sonra filmi de yapıldı sanırım. Bir kaç benzeri vardı. Ahlaki içeriğin öne çıktığı "sırlar dünyası" dizileri de bunun bir bakıma bu gayretin devamı. Hepsine baktığımızda öne çıkan gaye verdikleri mesaj. Hepsini bu mesajı bilerek seyrettik. İyilerin kazandığı, kötülerin cezalarını çektiği, yolunu kaybedenlerin hidayete ulaştığı diziler. Hatta çok izlendiklerinden iyi raklamda aldılar. Temel gayesi eğitim olan bu yapımların kaçına sanat eseri diyebiliriz? Sanırım hiç birine sanat eseri diyemiyiz, kültür endüstrisinin çabuk tüketilen yapımlarıydı.

Dücane Bey bu tartışmalara kendi sitelerinden ayakları yere daha sıkı basan bir şekilde katıldı. Özetle tahayyülün, sanatçının denetim altına alınmaması üzerine yazmışlar. Eski SSCB deki ve Amerikadaki takibatlardan, sansürlerden bahis açmışlar. Dücane Bey'in uyarısına katılmamak elde değil. Bugün "Ölüm Pornosu" kitabı davası vardı. Bilirkişi katılmadığı için dava ertelenmiş. Yayınevlerinin hakkında dava açıldığı, çevirmenlerinin karakolda sabahladığı ve davalık olduğu bir kültür dünyamız var artık. Bu davalar artık muhafazakar dünya ve sanatla ilişkilendirilecek. Bilirkişi? Edebiyat olmadığına hükmederse sansüre ve cezaya kapı açılacak. Bilirkişi böyle bir eserin edebiyat olup olmadığına nasıl hükmedecekse artık.

İskender Pala pek aceleci ve ayakları yere basmayan bir öneride bulunmuş anladığımız kadarıyla. Kitapları bu kadar satan bir yazar için büyükçe bir gaf olmuş.