19 Nisan 2019 Cuma

32


Geleneğin gayesinin (tasavvufun) insan yetiştirmek olduğu söylenir. İnsan yetiştirmekten gaye nedir? Kastedilen insanı diğerlerinden ayıran niteliği nedir? Şüphesiz burada kast edilen olgun insan. Öyleyse bir insana olgunluk sıfatlarını veren şeyler neler olabilir? Yahut bunlar nasıl niteliklerdir? Burada söylenebilecek belki ilk şey iyiyi kötüden ayırt edebilme ve bunun sonucunda ona göre eyleyebilme gücüne sahip olma. Bir de bu işin nasıl eyleme kısmı. Olgun insan için başka nitelikler saymak da mümkündür belki. Ama yine de tarifin içeriğinin büyük kısmını bu nitelikler dolduracaktı. Şu an bizi ilgilendiren kısmı bir yeti olarak iyiyi kötüden ayırabilme ve adil olabilme. Bu yerinde hüküm verebilme yetisi nasıl kazanılır? Burada bizi bekleyen şöyle bir sorun vardır. Bu konuda iki farklı görüşten bahsedilir: ilki aydınlanma, insiyasyon tarzı bir olay sonucu iyi ile kötüyü ayırt edebilme yeteneğine kavuşma. Bir nevi Tanrısal bakışa sahip olma. İkincisi insanın kendi yetersizliğinin, faniliğinin bilincine varması ve yanılabilir olduğunu kabul etmesi. Bu bir yerde zahmetli bir inşa süreci, bireyselleşme. İlkindekinde bir tamamlanmışlıktan söz edildiği için problemli bir yanı var. Uzun mevzu, bir giriş yapmış olalım.

*

Daha evvel tasavvuf için aklı savunurken onun etik, hukuk ve siyaset alanında gerekliliğinden bahsetmiştim. Şimdi fark ediyorum ki hukuk ve siyaseti işin içine sezgi yoluyla dahil etmişim. Yazarken bazen bir soru işareti kafamda canlanmıyor değildi. Bu iddiaların bir şekilde gerekçelendirilmesi gerektiğini hissediyordum. Bugün Simmel’i dinlerken sanırım mesele çözüldü. Mesele geleneksel, modern insan farkından çıkıyordu. Modern insan, (postmoderni ihmal edersek) geleneksele göre çok daha fazla hukuk ve siyasetle iç içe. Bu konularda çok daha fazla karar alma, hüküm verme zorunda. Geleneksel insanın etik dışına çıkmasına pek gerek kalmıyordu. Gerekse de verdiği hükümlerin pek pratik sonuçları yoktu. Gölpınarlı …………adlı eserinde millet kavramının eskiden başka bir anlam taşıdığından bahseder. Müslüman milleti, Yahudi milleti gibi dini kavramlar üzerinden anlaşıldığından bahseder. Bunu geleneksel toplumun anlayışı olarak kabul etmek ne kadar sağlık olabilir? İnsanî anlayış bu zemin üzerinden mi anlaşılıp çözülüyordu? Dini kavramlar seti bu noktada yeterli oluyordu sanırım. Din ve etik toplumsal kurallar içinde bir arada erimişti. Her neyse, bugüne dönersek şunu söylemekte zorlanmayız galiba: Bugünün insanı gerek yönetim şekillerinin değişmesi ile gerekse iletişimin hızlanması ile çok farklı sorunlarla meşgul. Artık siyasetin içinde bir karar merci olması ile, medyanın hızı sayesinde siyasi ve hukuki birçok olayın içinde kamuoyu sıfatıyla var. Bürokrasinin ise bizzat içinde ve karar almaları rasyonel. Sıradan bir trafik kazasının örtbas edilmesi mevzuunda (Rabia Naz olayı) sıradan insanlar konuya taraf olarak insiyatif alabilmekte bir kamuoyu baskısı oluşturabilmekte, hukukun işlemesine dolayısıyla adaletin yerine gelmesine sebep olabilmekte. Gene oy hakları ile politik bir insan olarak birçok yönetsel işte ve kararda taraf olabilmekte. Artan karar alma yükü kesifleşen nefsin hileleri ile birlikte sorumluğunun yükünü daha da artıyor. 

Karar alma artık, belli davranış kalıpları üzerinden değil ilkeye dönerek alınmak zorunda kalınıyor. Çünkü daha evvel karşılaşılan ve dolayısıyla bir kalıba dönüşmüş meselelerle karşı karşıya değiliz. Ek olarak eskiye göre çok farklı fikirler arasında seçim yapmak zorunluluğu var. İşte ilkeye dönüş zorunluluğu adaletin, özgürlüğün neliği üzerindeki sorulara dönmek bir yerde.
  

Sonuç olarak hukuk ve siyaset felsefesi de, etik kadar, bugünün talibin önünde, artan karar alma yükü ile kesifleşen nefsin hileleri ve bunun sorumluluğu ile birlikte bir ödev gibi durmakta.

----
ek

Yani, Modern insanla geleneksel insan arasındaki farklardan biri de modern insanın politik bir insan olmasıdır. Öyle ya da böyle yönetimin bir yerindedir, ya da en azından taraftır. Bu çağın insanı için bundan kaçış yok. Bu pasif bir tavır değil, oy hakkıyla, kamuoyu baskısıyla ya da yönetimin bir yerinde olmasıyla insan siyasete müdahil. Politik bir ufuktan bakış hakikati kavrama şeklimizi de ister istemez biçimlendiriyor, ve bu biçimlendiriş nefsin istekleri için yüce gerekçeler sunup hakikati perdeleme konusunda mahir. Bugünün talibi yapıp etmelerinde, aldığı kararlarda bir politik ufka yerleşik olduğunu hatırlayarak kendini(nefsini), (ergin bir insan olarak sorumluluk bilinciyle) bir kez daha yoklamalıdır. 

Bu yüzden eleştirinin, sorgulamanın, hakikat derdinin ahlaki bir yanı var.

Hiç yorum yok: