“Anlamak daima
bir haletiruhiyeyledir.” * Heidegger.
Hz. Pir daha en başından neden aşkın altını defalarca kalın çizgilerle çiziyor?
20. Denizi bir testiye dökersen ne alır? Bir
günün kısmetini…
Harislerin göz testisi dolmadı. Sedef, kanaatkâr olduğundan inci ile doldu.
Bir aşk yüzünden elbisesi yırtılan, hırstan, ayıptan adamakıllı temizlendi.
Ey bizim sevdası güzel aşkımız; şadol; ey bütün hastalıklarımızın hekimi;
Ey bizim kibir ve azametimizin ilâcı, ey bizim Eflâtun’umuz! Ey bizim Calinus’umuz! C.I
Harislerin göz testisi dolmadı. Sedef, kanaatkâr olduğundan inci ile doldu.
Bir aşk yüzünden elbisesi yırtılan, hırstan, ayıptan adamakıllı temizlendi.
Ey bizim sevdası güzel aşkımız; şadol; ey bütün hastalıklarımızın hekimi;
Ey bizim kibir ve azametimizin ilâcı, ey bizim Eflâtun’umuz! Ey bizim Calinus’umuz! C.I
Beyitlerin bize söylediği net bir şey var: Aşkın, nefsin
hastalıklarını tedavi ettiği. Hırsın, kibirin, azametin ilacı. Hz. Pir, nefsin
hastalıkları konusuna Mesnevi’de tekrar tekrar dönüyor.
Bu haliyle aşk, doğaüstü, kavranamaz aşkın bir şey değil. En
azından henüz değil. Gayet pratik, anlaşılır bir yerden başlayıp ona bir
işlev yüklüyor. Günlük hayatta hepimizin aşina olduğu negatif duygular
üzerinden bir açıklama getiriyor. Bu şu demek değil, aşkın tek yararı insanı
kötü duygulardan kurtarmak. Aşkın olumlu sonuçlarını da anlatıyor. Padişah ve
cariye hikayesinde, Bedevi ve karısında, Bakkal ve dudusunda. Bu seferde karşısındakini, ötekini fark etmek, onun gözünden bakmak, ona yönelmek için bir araca dönüşüyor aşk.
Muhtemelen nasıl (hissederek) görüyorsak öyle bir dünya tasarımlıyoruz.
Fiillerimizi de tasarımladığımız bu dünyayı gerçekleştirmek için
gerekçeliyoruz, anlamlandırıyoruz, var ediyoruz. Bu çabanın değere dokunan
kısmı ise doğrudan etikle ilgili.
Aşkın etiğe, insanlığımıza olan katkısı anlama tarzımıza yaptığı
katkı üzerinden olmalı. Ki meselenin sadece etik olmadığı ama temelinin bu
olduğunu da ekleyelim. Eksik olduğunda üzerine bir şey eklemek mümkün değil.
İnsanın yargılarında otomatik pilot görevi gören vicdanın
gelişimine bir etkisi olmalı. Sosyal ben, ferdi ben meselleri. Yani başkasının
tavrını üzerime almak, söylediğimizi kendimize de söylemek, tavrımıza eleştiri
getirebilmek ve genel ötekiye karşı tavır geliştirebilmekle.
Vicdan çoğu zaman bir muhakemeye gerek kalmadan bizi otomatik
olarak iyiye yönelttiği için önemli, merhamet gibi. Aşk dışa dönük bir ilgi
olarak bize, bir başkasının bakışından kendimizi ve dünyayı görmeyi talim
ettiriyor. Buna bir başkasının kederini, acısını, çaresizliğini, ufkunu,
sınırlarını görmek de dahil. Bu sayede yeni durumlar karşısında verilen yeni
hükümler ile vicdani hafızaya yeni ilgiler yükleniyor olabilir.
Vicdanın çok da etkilenmediği ama bize kendini bir görev olarak
dayatan durumlar olabilir. Mesela bir hayvan sever için bir karıncanın ya da
böceğin hayatı, kedisi ya da köpeği kadar değerli olmayabilir ama yine de
onların yaşam hakkında olduğunu düşünüp ona saygı duyabilir. Yani bir tümel
bilgi, anlayış geliştirmek Aşkın burada bir rolü varsa başkasına olan faal
ilgiyi canlı tutmasında olabilir. Bu ilginin var olabilmesi için bazı
duvarların yıkılması lâzım. İşte Mevlâna, muhtemelen o duvarları hırs, kibir,
büyüklenme olarak görüyor.
Devam edebilir.
*Varlık ve Zaman sh.150
2 yorum:
Ben yine "aşkla bakıp aşkla görmek" dışında yani insanlara empatiyle yaklaşmak ve onları görmek, anlamak dışında bir konu olduğunu düşündüm, yanlış olabilirim. Anlamanın bir adım ötesinde, bunu kendi içimize de uyarlamak, çünkü bazen eleştirirken ya da "öneri" verirken, aslında kendi başımıza hiç gelmeyen bir olayın salt etik anlamını düşünüyor ve konuşuyor / davranıyoruz. Oysa kendi başımıza geldiğinde birden "evet etik anlamda bu şekilde davranmalıyım biliyorum ama içimden bağıran ses bu değil" dediğimiz an ancak anlayabiliyoruz. O nedenle "bana kendi de damdan düşen birini getirin" deyişi anlam kazanıyor..
Kibir ve büyüklenme değil de cahillik, deneyim eksikliği gibi düşünüyorum ben. Yani mesela, "bu mu sorun, işte cevabı, görsene" demek kibir olarak gözükebilir ama birebir kendin yaşamadığın ve içinde bulunmadığın için, karşındaki insanın şartlarını bilmediğin halde konuştuğun için, düpedüz cahillik bence. Ancak yaşandığı zaman anlaşılan ve "büyük konuşmuşum" denilen durumlar var hayatta....
Yanlış anlamadıysam, genelleştirilmiş öteki için tavır oluşturmak empatinin kaynağı olabilir.
Kanaatimce hiç başımıza gelmeyen şeyler hakkında da fikir üretebiliriz. Dikte etmeden, şahsi fikrimiz olduğunu, yanılabilir olduğumuzu kabul ederek ve eleştiriye açık kalarak. Başkasının gözü belki de bu hissiyatı canlı tuttuğu için kibir ve büyüklenmeye ilaç olmakta.
Yorum Gönder