Çook oluyor,tv.da sanırım- haberlerde gördüğüm bir görüntüydü. Felçli kızına bakan nur yüzlü bir kadıncağızın haberiydi. Annenin mütessebim hâli, kızının yatakta yatışı aklımdan gitmeyen bir görüntü. Birbirine bağımlı iki insan. Dışardan bakan için annenin hayatı bitmiş, kendi için yaşadığı bir hayatı yok. Peki ya yatan kızın? Annesine bağımlı yaşayan bu kızın kendine ait bir hayatı olamaz mıydı? Güneşli havalarda dolaşmak istemez miydi? Teorik de olsa kendini gerçekleştireceği bir yol olması gerekmez mi? Diğer insanlarla onu ayıran şey hareket edememesi. Hareket etmek kendini gerçekleştirmek için( başka ne diyeceğimi bilemedim) tek şart mı? Evet diye yanıtlayacak iyimserlere kötümserler, “peki ama nasıl?” diyecekler. Kötümserlerin basit bir iddiası var; insan mutlu olmak için var ve mutlu olmak için de bir şeylere gereksinim duyar. En basit haliyle acılardan kaçınma, hazzın peşinde koşma. İyimserlerin birinci iddianın ikinci kısmına katılmaması mümkün değil. Mutlu olmak ya da kendini gerçekleştirmek bir şey yapmakla mümkün. En azından insanın halini, kendine bakışını, benliğini değiştirecek ya da kendi haline bırakmayıp en azından sabit tutabilecek.
Hal derken bunu tasavvufi manada kullanmıyorum. Huzurlu, dingin, kendinden memnun bir hali alıyorum ilk elde. Ve bunu yatakta yatan felçli birinin (/ya da fakirlik, yaşlılık gibi sebeplerle – yoksunluk yüzünden normal hayatın akışının dışında kalmış) de erişebileceği bir mesafeye koymaya çalışıyorum. Bu yüzden onu nedensellikten, işlevsellikten arındırmaya çalıyorum. Bu mümkün mü şimdilik bilmiyorum?
Sanırım bir şekilde yoksunluk yüzünden hayatın normal akışının dışında kalanlar ilgimi çekiyor. Görünüşte istisnalar, ama onları hesaba katmayan hiç bir siyasi, etik, dini görüş evrensellik iddiası taşımıyor. İlerde mümkün olursa bu konuyu kurcalamak isterim.
Sanırım bir şekilde yoksunluk yüzünden hayatın normal akışının dışında kalanlar ilgimi çekiyor. Görünüşte istisnalar, ama onları hesaba katmayan hiç bir siyasi, etik, dini görüş evrensellik iddiası taşımıyor. İlerde mümkün olursa bu konuyu kurcalamak isterim.
***
İlişkinin/dostluğun kurucu bir yanı var (Spinoza’dan ilhamla.) Kuruculuk gündelik üzerinden, kişisel tarihi açma, buna dönebilme, onu işleyebilme imkânında. Farkı öfkeli bir arkadaşla kurulan ilişkide kendini biraz açıyor. Öfkeli arkadaşla kurulan ilişki onu idare üzerinden. Bir başka açıdan kişisel tarihi eski donmuş-idealize bir zamanın gölgesinde bıraktığında da gelişmez sanırım. Bu yüzden ecdad söylemlerinin içi boş, gündelik hayatta karşılığı yok; geçmişle övünmenin, biz böyleyiz/şöyleyiz diye atıp tutmanın. Geçmişi bugüne taşımak ise mümkün ve sürprizlerle dolu. Bir klasik musikiden arabesk/taverna çıkabilir mesela.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder