Heidegger "duygulanım ile anlama iç içe geçer" der ve şöyle devam eder "ekonomik bir kriz yaşayan, işsizliğin çok fazla olduğu bir ülkeye gittiğinizde sokaklarda umutsuzluğu hissedersiniz"
Hobbes "İnsan insanın kurdudur" sözüyle devlet öncesi bir dönemi - medeniyetin olmadığı bir dönemi tasvir eder. İnsanlar sınırsız özgürlüklerinden, hukuk ile garantilenen bir ortamın oluşması halinde vazgeçerler. Bu tekinsiz ortamın yarattığı ölümcül korkudan, her an tetikte olma halinden, hayatta kalma reflekslerini her an uyanık tutmaktan kurtulurlar. Komşularına, arkadaşlarına, başkalarına güvenmenin rahatlığını yaşarlar.
Hobbes'un tasarımı aynı zamanda bir duygu dünyasını da bize anlatır. Tavşan uykusunda uyumak zorunda kalan endişeli, güvensiz insanların dünyası. Tehlikenin nerden geleceğini bilemiyen insan; ne kapısındaki kilide ne de kapalı penceresine güvenebilir. Muhatabında düşman görmeye proglanmıştır. Hukuğun işlemediği (/olmadığı), insanın kendini güvende hissetmediği, diğer insanların çıkarı için fırsatını bulursa gırtlağına basacağına inandığı/inandırıldığındaki zihin hali. Bu zihin halinin eşlik ettiği duygu dünyasının gözünü diktiği tek bir dürtü vardır; hayatta kalma dürtüsü. Bu yüzden herkesten kuşkulanır, dost olarak uzanan her ele kuşkuyla bakar. Bu anlam ve duygu dünyası çevresini eksilterek ilerler; dostlukları eğretidir. Bu anlam/duygu dünyasında din inşa edici değil teskin edicidir, düşünce ise mazeret bulmak için kullanılan bir araç.
Medeniyetin, barışın, birlikte yaşamanın/yaşayabilmenin anlam (/ve duygu) dünyasının mottoları ise farklı. Bütünleyerek, benzerlikleri bularak ilerliyor. (Mesnevî’deki Şaşı Çırak hikayesi – Fihi Ma Fih’in 54. Bölümü). Din inşa edici, düşünce ve insan yanılmaya/eleştiriye/neşeye açık ve sosyal.
.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder