2 Kasım 2016 Çarşamba

10



I

Mevlâna, Mesnevî'nin 905 no'lu beyitinden itibaren Av hayvanları ile Aslanın hikayesini anlatmaya başlar. Hikaye Mesnevî'deki Sokratik diyalogların ilkidir. Aslan çalışmayı savunurken, av hayvanları da dayancı (Olacak veya gelecek bir şeyi telâş göstermeden bekleme. TDK)  savunurlar. Av hayvanları aynı zamanda cebriliği savunan bir noktadadır.  Bu hikayedeki ikinci Sokratik diyalog tavşanla av hayvanları arasında geçer. Son bölüm ise Aslan'la tavşan arasındadır. Bu bölümün başında, zalimlik ve nefsin niteliklerinin açıklanması için bir hazırlık olan aslanın tuzağa düşmesi hikayesi ile başlar. 

Karşılıklı sohbet içinde gelişen ilk diyalogta her iki tarafta kendine göre çeşitli deliller getirir. Bu hikayenin ana teması sanırım cebriliğin eleştirilmesidir. Sonunda av hayvanları cebrilikten vaz geçerler, aslan da onların isteklerini kabul eder. Bu vaz geçiş (/uzlaşma) bize Mevlâna'nın durduğu yeri göstermesi açısından önemlidir.

Mevlâna sadece cebriliği olumsuzlamakla yetinmez. İki harika hikaye ile, Hüthüt kuşuyla Süleyman Peygamber'in hikayesi ve Süleyman Peygamber'le Azrail'in diyaloğuyla öbür uca kadar gidip kaza/kader kavramları ile insanın eylemini sonuçları açısından sınırlar. 

İnsan için bir başka sınır görüşüdür. İnsan bilgisi, görgüsü, tecrübesi vs ile de sınırlıdır. Sineğin hikayesinde gevşek tevil ile de bunu anlatır. İnsan verdiği hükümde, yargısında doğruyu bilme konusunda da sınırlıdır, yetkin değildir.

1092 Dünyası, görüşü ne kadarsa o kadardır; gözü, ne kadarsa, ne denli görüyorsa, deniz de o kadardır onca.


Cebrilik ucunda insanı sınırlamak kolay. Fakat eylemleri ile sorumluluğu üzerine alma konusunda insanı sınırlamak zor. Bunu tek bir açıdan açıklamak mümkün değil. 

1244 Her şeyin adı, bize göre, görünüşüne uygundur; fakat Tanrı'ya göre içyüzüne uygundur.

İnsan için, insanın bakışıyla dünya olumsaldır ve insan bu yüzden kendi eylediklerinin sorumluluğuna sahiptir. (?) Kazanın, kaderin bilgisine sahip değildir. Oynattığı bir taşın hangi taşları devireceği bilgisinin kesinliğine sahip değildir, sadece bir tahmini öngörüsü olabilir.

İnsan köpek kadar iyi koku alamaz; kartalın keskin bakışlarına sahip değildir. Olup bitenin, eylediklerinin nereye gideceği hakkında (asla) kesin bir bilgiye sahip olamaz. Nihayetinde sınırlı bir ömre sahiptir. Tüm bunları topluca tek bir kelime ile adlandırmak mümkün: Fanilik

Fanilik ise melami neşenin iki temeli yanılabilirlik ve günahsızlığın reddi için bize lazım. Şimdilik ulaştığımız bu noktayı ilerde dönmek üzere not alıp geçelim.

Toparlamaya çalışırsak; kesin bilgiye sahip olamama Mevlâna açısında fanilik ile açıklanabilir. Çünkü elimizde hiç bir şekilde kesinliğe ulaşma imkanı yok. Sebep sonuç ilişkilerinin gideceği yöne kaderin ve kazanın müdahale edip etmeyeceği, ederse ne yönde edeceği belirsizdir. İnsanın tarihin sonuna kadar bir satranç ustası edasıyla oynanacak tüm hamleleri dikkate alabilmesi insanı aşan bir şeydir. Buna rağmen insan doğruyu yanlıştan ayıran bir bilgiye ulaşma insiyatifini elinde tutar. Onu kötülerin arasından çıkarıp iyilerin arasına katan bu insiyatiftir. İşte insan bu insiyatif sayesinde kendi sorumluluğunu eline alır. 

İnsan bilgisi bir yandan kaza kader ile sınırlanmış diğer yandan insan olmanın verdiği sınırlara çevrelenmiştir. Bunlar algıların sınırları, bilgi ve tecrübenin sınırıdır. İşte bu faniliktir. İnsan kuvvetli kanılara, bilgisi-tecrübesine ve sebep sonuç ilişkilerine göre bir takım sonuçlar çıkarır, akıl yürütmede bulunur. Bunlara duygu dünyasını da ekleyebiliriz. 

Devam edecek

Hiç yorum yok: