3 Kasım 2016 Perşembe

11


II

Mevlâna 1021 beyitte tavşanın ağzından şekil - duygu dünyası tartışmasına geri döner. Bu sefer meseleyi cebrilik üzerinden tartışıyor gibidir.

1021 Duygu ehlinin bilgisi, o yüce bilgiden süt emmeye engel olan bir ağız bağıdır.

Bir katre olan gönüle öylesine bir inci düştü ki denizlere, göklere bile verilmedi o.


A şekle tapan, niceyebir şekle tapıp duracaksın? Anlamsız canın şekilden kurtulmadı gitti.


Adam şekille insan olsaydı Ahmed'le Ebû-Cehil bir olurdu.


Dıvara yağılan adam resmi de adama benzer; bir bak da gör, şekil bakımından nesi eksik?


Fakat o parlak şeklin canı yok; yürü de az bulunur inciyi ara.


Daha evvel duygu dünyasını duyular dünyası ile algılanan dünya olarak okumuştuk. (7. post) Burada da aynı şekilde okuyoruz. Bu konuda 1044 no'lu beyit üzerinden gelebilecek bir itiraz için parantez açalım. Duygunun 1044 no'lu beyitte "Hele dayan da duyguların bir değişsin, değişsin de onları gör, zor da çözülsün gitsin" de kullanılan anlamı evvelki metinlerdeki anlamdan farklı. Şekilleri algılamaktan ziyade his dünyası ile konuları değerlendirmekteki aceleciliğe işaret etmekte.

Mevlâna, şekillerin yanıltıcılığından bilginin imkansızlığına giden septik bir sonuç çıkarmıyor. Şeklin yanıltıcılığı karşısına bilgiyi mümkün kılan bir başka ilke üzerinden ilerliyor. Bu sayede cebrilikteki insanın sorumluluğunu ortadan kaldıran bakışı aşmaya çalışıyor. Çünkü, insanın sorumluluğunun varlığı için, adalet için; hüküm verecek ve doğruyu arayacak insan için bilginin bir şekilde var olması/mümkün olması gerekir.

1035 Süleyman saltanatının yüzüğüdür bilgi. Bütün dünya şekildir, candır bilgi.

Beytiyle bilginin niteliklerini anlatıp, onu överken üstü örtük olarak onun mümkün olduğunu da söylemekte. Mevlâna, şekille/duyularla var oluşu kuşkulu hale gelen bilginin var oluşu için tekrar bir imkan aramakta. 

1094 Sinek, kendi düşüncesine saplanıp te'vîle kalkışmasa, bundan vazgeçse, baht o sineği devletkuşu hâline getirir.

İbretle bakan kişi sinek olamaz; canı da şekle bağlanmaya lâyık  değildir.

Bu imkan kanaatleri üzerinde tekrar düşünmesi, ezberinin elden geçirmesi, olandan ibret almasıdır. Akleden, muhakeme eden bir insan. Bir manada bizim eleştirel düşünme dediğimiz şey. Son bölüm bunun bir uygulaması gibidir.



Bilmek, doğru bir eylem, doğru bir hüküm için gerekli. Cebriliğin var olduğu, sorumluluğun bulunmadığı bir sistemde bilgi; işlevi olan, hayati bir şey değil. En fazla oyunu izleyen kişinin zihni için bir eğlence. Ama böyle bir ortamda zihne de ne kadar gerek var tartışılır.

1070 Akıl önce ona muallimdi; ondan sonra akıl ona bir şakirt kesildi


Akıl Cibril gibidir, Ahmed der, bir adım daha atarsan yakar yandırır bu adım beni,


1078 Çalışıp çabalama yolunda ayağını kıranaysa burak gelir; ona biner o.


Gene çalışmanın akılla birlikte övülmesi cebriliğin eleştirisine yönelik. Burada daha evvel 7. postta bahsettiğimiz önce hiyerarşiye benzer bir anlatım var. İlk muallim akıl, tasavvufi bir tecrübede zemini oluşturan akıl.

Devam edecek

.

Hiç yorum yok: