18 Nisan 2013 Perşembe

Tanpınar üzerine bir kaç not...


Sıra Tanpınar’a gelmiş.

Gelenekle modern arasında Tanpınar’ın kurmaya çalıştığı bağın mahiyeti nedir?

Tanpınar bir formül önermiyor kanaatimce. Eskinin bilinmesinin, eskinin ürettiği sembollerin bilinmesinin, kaybedilmemesinin peşinde. Hayat bu semboller üzerinden kendini yeniden kuracaktır.

Gelenek sabit değişmeyen bir şey değil. Tasavvufi gelenek de öyle. İklime, zamana, topluma, kişilere göre değişiyor,  gelişiyor. Derinleşip sığlaşabiliyor. Kutsal, dokunulmaz, değişmez, sabit bir gelenek iddiası etnosantrik bir iddia neticede. Geleneğin önemli bir kısmını inşa eden tasavvufun tarihsel gelişimene bakmak bunun için yeterli.

Avrupa modernleşmesinin temel dinamiklerinden biri, tarım toplumundan endüstri toplumuna geçişte. Sosyal kurumların yeniden şekillenmesinde-okulun, ailenin vs. yeniden şekillenmesinde, biçimlenmesinde ekonomik yapıların değişmesinin endüstrileşmenin büyük etkisi var. Modernleşmede sadece batının iyi yanlarını almaktan bahsedenlerinde, sadece ilmini/teknolojisini almanın gerektiğini savunanların ısrarla görmediği şey de bu. Endüstrileşme kendi sosyal kurumlarını , ekonomik ilişkilerini dayatıyor. Burada soru şu, herkes için gelişme, büyüme kabul edilen, zaruri bir şeyken; gelenekten, geçmişten bize has bir şeyleri -tarım toplumundan endüstri toplumuna geçerken- geleceğe taşımak mümkün mü? Tanpınar bunun yollarını arıyor. Pozitivizm’e karşı alternatif olarak gelişen sembolik-etkileşimci toplum kuramlarından haberdar olması mümkün, yine de bu konuda kesin bir şey söylemek zor. Net söylenebilecekler fütüvvetin, melametin, sembollerin taşıyıcısı olarak musikinin imkanlarını yokluyor, bu zevkin ayakta tutulması gerektiğini düşünüyor. 

Tanpınar’ın İsmet Paşaya saygı duymasından, sevmesinden kime ne. Ben dahil bir çok kişi için İsmet Paşa bir kahraman. Bunun bir eksiklik gibi sunulması, itibarsızlaştırmanın yollarının aranması sığ bir tavır. Kaldı ki, sanatçının kişiliği ile eserlerini karşılaştırmak ve ona göre eserlerine değer biçmek ne sanat eseri eleştirisi için ne de felsefe eleştirisi için geçerli olabilecek bir şey. Heidegger Nazi üyesi diye “Varlık ve Zaman”nın üzerini mi çizicez. Bir de biz kimiz ki insanları yargılıyoruz. Onların yaşadıklarından, buhranlarından haberimiz var mı? Sanatkardan, düşünürden aziz beklemek bunu bekleyenler için her zaman bir hayal kırıklığı olmuştur.

Felsefenin doğuşu için mitostan logosa geçiş denir. Mitleri bilmeden dönüştüğü şeyi anlamak ise ne kadar mümkün. İddiası olan, bir şey söylemek ihtiyacı hisseden 3000 yıllık düşünce geleneğini, kültür tarihini- doğunun ve batının bir bütün olarak- bilmek zorunda. Bir büyük insan dediği gibi “Üçbin yılın hesabını göremeyen karanlıkta yolunu bulamaz, günü gününe yaşar ancak. (Goethe) Bunu da bir parantez olarak ekleyelim.

Hiç yorum yok: