Sıra Tanpınar’a gelmiş.
Gelenekle modern arasında Tanpınar’ın kurmaya çalıştığı
bağın mahiyeti nedir?
Tanpınar bir formül önermiyor kanaatimce. Eskinin
bilinmesinin, eskinin ürettiği sembollerin bilinmesinin, kaybedilmemesinin
peşinde. Hayat bu semboller üzerinden kendini yeniden kuracaktır.
Gelenek sabit değişmeyen bir şey değil. Tasavvufi gelenek de
öyle. İklime, zamana, topluma, kişilere göre değişiyor, gelişiyor. Derinleşip sığlaşabiliyor. Kutsal,
dokunulmaz, değişmez, sabit bir gelenek iddiası etnosantrik bir iddia neticede.
Geleneğin önemli bir kısmını inşa eden tasavvufun tarihsel gelişimene bakmak
bunun için yeterli.
Avrupa modernleşmesinin temel dinamiklerinden biri, tarım
toplumundan endüstri toplumuna geçişte. Sosyal kurumların yeniden
şekillenmesinde-okulun, ailenin vs. yeniden şekillenmesinde, biçimlenmesinde
ekonomik yapıların değişmesinin endüstrileşmenin büyük etkisi var. Modernleşmede
sadece batının iyi yanlarını almaktan bahsedenlerinde, sadece ilmini/teknolojisini
almanın gerektiğini savunanların ısrarla görmediği şey de bu. Endüstrileşme
kendi sosyal kurumlarını , ekonomik ilişkilerini dayatıyor. Burada soru şu,
herkes için gelişme, büyüme kabul edilen, zaruri bir şeyken; gelenekten,
geçmişten bize has bir şeyleri -tarım toplumundan endüstri toplumuna geçerken-
geleceğe taşımak mümkün mü? Tanpınar bunun yollarını arıyor. Pozitivizm’e karşı
alternatif olarak gelişen sembolik-etkileşimci toplum kuramlarından haberdar olması mümkün,
yine de bu konuda kesin bir şey söylemek zor. Net söylenebilecekler fütüvvetin,
melametin, sembollerin taşıyıcısı olarak musikinin imkanlarını yokluyor, bu
zevkin ayakta tutulması gerektiğini düşünüyor.
Tanpınar’ın İsmet Paşaya saygı duymasından, sevmesinden kime
ne. Ben dahil bir çok kişi için İsmet Paşa bir kahraman. Bunun bir eksiklik
gibi sunulması, itibarsızlaştırmanın yollarının aranması sığ bir tavır. Kaldı ki, sanatçının kişiliği ile eserlerini karşılaştırmak ve ona göre eserlerine değer biçmek ne sanat eseri eleştirisi için ne de felsefe
eleştirisi için geçerli olabilecek bir şey. Heidegger Nazi üyesi diye “Varlık ve
Zaman”nın üzerini mi çizicez. Bir de biz kimiz ki insanları yargılıyoruz.
Onların yaşadıklarından, buhranlarından haberimiz var mı? Sanatkardan, düşünürden
aziz beklemek bunu bekleyenler için her zaman bir hayal kırıklığı olmuştur.
Felsefenin doğuşu için mitostan logosa geçiş denir. Mitleri
bilmeden dönüştüğü şeyi anlamak ise ne kadar mümkün. İddiası olan, bir şey
söylemek ihtiyacı hisseden 3000 yıllık düşünce geleneğini, kültür tarihini-
doğunun ve batının bir bütün olarak- bilmek zorunda. Bir büyük insan dediği gibi
“Üçbin yılın hesabını göremeyen karanlıkta yolunu bulamaz, günü gününe yaşar
ancak. (Goethe) Bunu da bir parantez olarak ekleyelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder