
Yeni bir tartışma konusu, dağdaki çobanın oyu ile şehirlinin oyunun aynı olup olmayacağı üzerine. Tartışmaya başlatanlar bu düşüncelerine destek vermek için verilen verginin de burada bir ölçü olması gerektiğini savunuyorlar.
Tartışmayı kimin başlatığı o kadar önemli değil. Zihinlerin arkasında bir hazımsızlığın olduğu ortada. Biraz saf ve ne söylediğinin henüz daha ayırdında olmayan birisinin bunu dillendirmesi, ortada olmasa bile bu düşüncelerin konuşulduğunu ortaya çıkarıyor. Zaman zaman bazı köşe yazılarında da bu konuya denk gelmiştik, kimin yazdığını hatırlamıyoruz ama bu yazılarda bir profun oyu ile başkalarının oyunun aynı olmasının doğru olup olmadığı sorgulanmkta idi.
Meseleyi sorgulamadan çözülmesi gereken çobanların hepsinin siyaseten aynı sepette olmadığı gerçeğidir. Bir çoban alevi kökenli olabilir, yörük olabilir, kürt olabilir yada başka bir aidiyetin içnde bulunabilir bu yüzden tek başına bir siyasi görüşü temsil etmez. Konunun bizi ilgilendiren kısmı söylemin insanlar arasındaki eşitlik fikrine karşı duruşudur. Bunun yanısıra çobanlık aynı zamanda kuvvetli bir metefora sahiptir, burdan yazılacak çok şey çıkar konuyu uzmanına bıraklım:)
Neticede bu bir elitist tavır, bu hakkı talep edenler elit olmasa bile. Dayanağı oy hakkını bazı kimselerin daha düzgün kullanacağı. Bu düşüncenin arkasında bilginin, toplumsal statünün insanda ayırt etme gücünü daha kuvvetlendireceği, yada daha kötüsü onların buna hakkı olacağı var.
Temelde bilgiyi nasıl ölçeceğiz. Her bilgiliden daha bilgili yok mu? Bir kere bilgiyi ölçmeye başladığınızda her zaman daha bilgiliyi bulacağımızdan bunun sonu gelmeyecek ve bu bir hiyerarşi arayışı olacaktır.
Şeçkinci tavırda ilk yıkmanız gereken şey insanların eşitliği prensibidir. Ondan sonrada insanları gruplara ayırıp bir hiyerarşi kurmanız gerekecektir. Olacak bir iş değil ama tutun ki buraya kadar geldiniz, grupları nasıl belirleyeceksiniz, bunu kim seçecek, neye göre seçecek? Zengin/fakir, şehirli/köylü, kadın/erkek, okumuş/cahil, yaşlı/genç, göçmen/yerli ayrımında kimin daha hayırlı olduğuna kim, neye göre karar verecek.
Daha hayırlı olduğunu iddia edenin kibri yüzünden nasıl cezalandırıldığını hatırlıyalım. Hakikaten bu farklılaştırma bir küçük görme ve kibri içinde barındırıyor. Kendisinde varolduğu vehmedilen ayırd etme gücünden hareket edilerek toplum çıkarı bahanesiyle ayrıcalık talebi isteniyor.
Birde sorgulanması gereken ayırd etme gücünün bilgiyle doğru orantılı olarak gelişeceği düşüncesi var. Fizik bilgisine, tarih bilgisine sahip olan yada yer kabuğu üzerinde derinlemesine bir bilgiye vakıf olan birinin hayat hakkında, insanları tanıma hakkında da bilgili olduğuğuna iyi ile kötüyü ayırd edebilmede bu bilgilerden bir destek aldığını söylemek pek gerçekçi olmaz sanıyoruz. Ayırd etme gücü hayatla, tecrübeyle, insan tanımakla ve bu yaşanılanları doğru değerlendirebilme ile kazanılan bir şey. Ayırd etme gücü bir duruşu, bir geleneği, bir yerden bakablmeyi gerektirir ki bu kitabi değildir. Hayatın, geleneğin, tecrübenin bıraktığı bir tortudur. Bu tarz bir bilgiye sahip olma açısından dağdaki çoban çoğu kez daha şanslıdır. En azından hayatı belli çıkar çevrelerini gözünden bakmak zorunda kalmaz.
Oy hakkının eşitliği fikrinin arkasında ayırd edebilme gücü yerine vatandaşların devlet önünde eşit olmasıdır. Bu eşitlik hukuk dahil bütün devlet, vatandaş ilişkilerine sirayet eder. Demokratik bir cumhuriyetin anayasasında, kurucu mantığında eşitlik dışında bir görüşe yer verilmeside düşünülemez kanatindeyiz.
İnsanların eşitliğini savunan koca bir aydınlanma macerasından, üç büyük dinden sonra bile bu tarz seçkinci tavırların dillendirilebilmesi insanlığın daha çok yolunun olduğunu düşündürüyor.