"Tarihin en kan dökücü toplumlarına şöyle bir bakın... Hepsi "Aydınlanma" sonrası ortaya çıkmıştır." - Haşmet Babaoğlu.
"Aydınlanma"nın vardığı yer ya da neticelerinden biri kan dökücülük müdür? Batı felsefesi aydınlanmada kalmış yahut üzerine bir şey koyup kendini geliştirememiş midir?
Yazının girişinde bulunan bu ima'nın arkasında batının hastalıklı bir zihin yapısına sahip olduğu varsayımı yatıyor. Batının kötü bir güç olduğu yolundaki bu varsayım, oksidentalizmin temel varsayımlarından biri.
"Sapare Aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! Sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır.! ...Benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir din adamım, perhizim ile ilgilenerek sağlığım için karar veren bir doktorum oldu mu, zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık....." (Kant)
İnsanın, kendine "aklını kullan" diyen bir düşüncenin karşısına dikilmesi öyle kolay bir şey değil. Tersinden bakarsak, bir insana 'aklını kullanma!' demek bugün için kolay kabul edilebilecek bir şey değil. Neden, nerede diye bir açıklayıcı soru ile karşılaşmak her zaman mümkün.
Düşünmenin engellediği şeylerden bahsedilebilir. Beceri gerektiren, sezgilerle mükemmeleşecek alanlar olabilir. Bir sporcu kazandığı tecrübeyi uyguladığı sırasında neden, niçin sorularını sormaya kalkarsa dikkati dağilabilir, geride kalabilir ya da bir sanatkâr renk seçiminde sezgilerini bir kenara bırakırsa konsantrasyonu dağılabilir. Burda ustası/hocası ona "düşünme-yap!" diyebilir.
Düşünme bir kanat germe, tıkanmış olana destek olabilir belki - 'Düşünme sen bunları' derken. Ki diyen burada muhtemelen bir sorumluluğu üzerine almış da olabilir, çözümü hayatın akışında aramasını tavsiye etmiş de olabilir.
Ama bir mühendise binanın mukavemetini hesapladığı sırada düşünme denemez. Bir ilaç için deneyler yapan bilim adamına da.
Hayatî bir karar almak üzere olana da 'sen düşünme!' denmez. Üniversite sınavında bir okul yazacak olan öğrenciye, kendi sorumluluğunu almak üzere olana düşünme denmez, denemez. Başarının da, başarısızlığın da sorumluğunu almak onun hakkıdır. Burdaki 'düşünmeme!' aynı zamanda onun özgürlüğüne bir müdahaledir de.
Akıl, düşünme insanın kendi sorumluğunu almasının aracıdır. Düşünemeyen bir insana ne bu dünyada, ne de öteki dünyada sorumluluk yazılabilir. Düşünmeyi başkasına bırakmış olana ise herhalde neticelerinden (muhtemelen o da cezaî olanlardan) bir sorumluluk yazılır, var olanı kullanmamaktan dolayı.
Öte yandan akıl, insanın kendi çıkarı lehine mazeretler üretmekte de mahirdir. Vicdanın ve merhametin rehber olmadığı durumlarda, akıl duracağı yeri bilemiyebilir.
Haşmet Babaoğlu'na geleneğin yaşatılması konusunda katılıyoruz.
Tamamlanacak, düzeltilecek...
11 yorum:
Helal olsun Hocam!
Estğ. :))
Hangi okulda okuduysanız söyleyin biz de orada okuyalim. Elinize sağlık.
Teşekkürler efendim:)
Webmaster cok tesekkurler...
Selamlar Melek
Teşekkürler Melek :)
Kant'in aydinlanma üzerine yazdigi metni, yada kendin düsün direktifini aydinlanma diye adlandirilan bir döneme mal edemeyiz bence. evet Kant aydinlanmadan yanaydi ama Avrupa gercekten aydinlandimi? öyle bir dönem gecirdimi? bence gecirmedi. Avrupa bir bilim merkezli döneme girdi, bilimin daha önemli oldugu bir dönemi aydinlanma kavramiyla bir tutmak yanlis olur. 'aydinlanma' döneminden beri tanri inanci bilim inancina dönüstü avrupada, ve eski mitolojik yapi kendisini bilim inancinda devam ettirdi. zaten bu yönde bir sürü filozofun elestirisi vardir, mesela Adorno bu phänomenin kritik yönlerine dokunmustur.
Kant aydinlanmayi baslatmistir, ama ondan sonraki gelenek ne kadar basarili olmustur orasi tartisilir.
Haşmet bey bu yazıyı yazarken Adorno'nun "Aydınlanma diyalektiği"den esinlendi mi bilemiyoruz. "Aydınlanma" üzerinden, yakın tarihimizin tartışıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Aydınlanma eleştirileri ile bir dönemin bakışı ve modernleşme sorgulanıyor. Türkiye'de bu tartışmaların böyle bir ikincil anlamı var.
Aydınlanmaya gelirsek, bir dönemin ihtiyacı olarak ortaya çıkmış. Tüm sorulara ve tüm zamanlara hakim olup, cevap verebilecek bir düşüncenin varlığını iddia etmek doğru olmaz. Bu aydınlanma içinde geçerli.1789' u doğuran toplumsal ilişkiler bir noktada tıkandığında yeni bir bakış, yeni bir düşünceye ihtiyaç duyulmuş. O zamanın koşullarıyla bugüne cevap vercek gücü yok, kaldı ki felsefe tarihinde köprülerin altından çok sular aktı.
Aydınlanmanın ortaya çıkmasından sonraki batıya bakarsak, geçen 300 yılda, büyük bilimsel gelişmeler, insanlar arasında eşitsizliklere karşı mücadeleler, iki büyük dünya savaşı, iki atom bombası, irili ufaklı pek çok savaş görürürüz. Bu dönemin tüm artı ve eksilerini bir dönemin düşünce geleneğine atfedip, onu sorumlu tutma büyük bir genelleme olur zannediyoruz. Yine de köleliğin tasfiyesinde, kadın erkek arasındaki eşitsizliklerin giderilmesi çabalarında, görünürde de olsa milletler arasında eşitlik, sömürgecilik karşıtlığının arkasında aklın kullanılmasının, kendi iradesine sahip olma arzusunun gölgesinin de olduğunu söylemek pek yanlış olmaz.
Tüm cavapların "akıl"da olmadığını zaten yukardaki yazıda belirttik. İnsani hırsların, sömürge arzularının birer akli bahaneyle açıklanması, yapılan yanlışların mazur gösterilmeye çalışılması her zaman mümkün.
Aydınlanmanın yarattığı bilimselci methodolji, bakış bugün artık sosyal bilimleriden elini çekip yarattğı rüzgarla sadece kendini doğa bilimleri alanınıyla sınırlamış gibi görünüyor. Zaten ondan bir işrak, hikmet felsefesi beklemek de doğru olmaz ve ,bildiğimiz kadarıyla, kendisininde böyle bir iddiası (en başından beri) yok bildiğimiz kadarıyla. Bilimsel başarıların verdiği güçle, bir zamanlar, sosyal bilimlerde de aynı yöntemelerin uygulanabileceği düşüncesi bugün için pek kabul edilebilir değil
aydınlanma, liberal burjuvazinin gerici düşüncelere karşı yürüttüğü fikri savaştır. feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde, yeni alt yapıya uygun üst yapıda görülen ideolojik dönüşüm sürecine verilen addır. eski üst yapı olan dinsel gericiliğe karşı yenisinin geçişidir. en klasik örneği fransız 1789 devrimindeki ansiklopedistlerdir.
burjuva demokratik devrime öncülük sorunu, marksizmde aydınlanmayı liberal burjuvaziye bırakmanın yoksa proletarya öncülüğünde yürütülmesi gerektiği mi meselesini ortaya koyar.
Akla verdiği önemle dışarda bırakılamayacak bir öneme sahipler. Ama bu önemleri sebebiyle bütün düşünce tarihinin meyvasını onlara vermek diğer gelenekleri dışarda bırakmak da yanlış olur.
Yorumunuz için teşekkürler
güzel...
Yorum Gönder