9 Haziran 2016 Perşembe

3

PADİŞAH VE HALAYIĞIN HİKAYESİ

Padişah  ve Halayığın hikayesi Mesnevi'nin ilk hikayesi. Bu hikaye,   gerek ele aldığı kavramların çeşitliliği (gönül açıklığı, (/uyanık olma), edeb, aşk, kıyas) açısından gerekse karakterlerin zenginliği ile oldukça renkli bir hikaye. Birbiriyle ilintisi olmayan ya da yan yana geldiğinde tezat oluşturabilecek kavramlar bir arada anılıyor. Bu hikaye Mesnevî'nin ilerleyen sayfalarda hangi konuları ele alacağını göstermekte, genel bir resim çizmekte.  

Karşımıza çıkan ilk kavram bir hâli tanımlayan kavram : gönül açıklığı. Bu hal inşallah ile kendini gösteriyor. Dille de telafuz edilse de bu telaffuzun eğreti olabileceği, esasen her oluşu Tanrıdan biliş inancının canlı tutulmasının gerektiğini  hatırlatılır. Dile getiriş tekrar hatırlama, canlandırma pratiği açısından. Hekimler bu konuda boş bulundukları için başarısız olurlar.

Bu hikayede bilginin elde edilişi ve kullanılışı oldukça dikkat çekici. Mevlâna'nın bilgiye bakışını kafamızda netleştirmek için işe buradan başlıyoruz. Tek tek hatırlayalım ve karşılaştıralım. Önce hekimlere bakalım.

Hekimler hastalığı tedavi etmek için şunları yapar:


*Kader bu ya; sirkencûbun safrayı artırdı; bademyağı peklik meydana getirdi.

*Hâlileden peklik peydahlandı, ferahlık gitti; su neft gibi ateşe yardığcı oldu. (AG - Abdülbaki Gölpınarlı)

Hekimlerin tedavi sırasında ve sonrasında çaresiz kalışlarından anlıyoruz ki hekimler hastayı bir makina olarak görmekteler.

Cariyenin vücudunun işleyişinde bir bozukluk olduğunu düşünüp makinayı tamir etmeye çalışan birer usta gibiler, onun aksayan yanını tamire çalışıyorlar.  Hastalık olarak buldukları belirtiler - gözlem ve deney yoluyla - ilaçlarla düzelmiyor artıyor. 

Şimdi ilahi bir işaretle gelen hekimin(/mürşitin) tedavi için neler yaptığına bakalım : 

* Eren, hastanın yüzünü gördü, nabzını yokladı, idrarını muayene etti; hastalığının belirtilerini, sebeplerini dinledi.

* Dedi ki: Öbür hekimlerin verdikleri ilâçlar, hastalığı geçirmemiş, hastayı büsbütün yıkmış. AG

Hekim (/Mürşit) hemen hemen kendinden önce gelen hekimlerin yoluyla işe başlıyor. Hastayı bir doktorun muayene etmesi gibi muayene ediyor.

Gölpınarlı çevirisinden bir sonraki beyite bakalım : 

* Hastalığı gördü, gizli şey açıklandı ona; fakat gizledi, padişaha söylemedi.

Bu beyitin içinde kritik cümle "gizli şey açıklandı" kısmı. Bu açıklanışın mahiyeti hakkında bir bilgi yok. Tamamen dünyevi bir çabanın içinde, - deney/gözlem/muayene/tahlil - metafiziğe açık bırakılan "dar bir kapı" mı? Şimdilik bu nüansı not edelim.


107- Tabib-i ilahî hastalığı gördü. Gizli hastalık ona belli oldu. Lakin bildiğini gizledi, padişaha söylemedi. (TM - Tahir ül Mevlevi)

Bu çeviride de bu bölüm "Gizli hastalık ona belli oldu" olarak geçiyor. Şerhinde hem ferasete hem de keşfe işaret ederek, ağırlıkla ferasetten bahsederek net bir tavır konmuyor.

Feraset ve keşif ikileminde önceki beyitde muayene ve tahlilin yer alması feraset ihtimalini kuvvetli kılarken, keşf/ilahi yardım seçeneğini de tamamen ortadan kaldırmıyor.Belki de hekim ferasetiyle olayları yorumlamış ilahi yardım da ona karşı kayıtsız kalmamıştır. Bir diğer seçenek olarak bunu söyleyebiliriz.  Mesnevinin bütünü içinde, bilgi sorunu açısında takip edeceğimiz sorulardan biri de bu olacak.

Hikayenin bütünlüğü dikkate alındığında bu küçük nüansın, daha evvel bahsi geçen gönül açıklığı ile bağlantılı olduğunu düşünmek makul gözüküyor. Zaten bu hikayedeki her cümle bütünü etkileyen, iç içe geçmiş kavramlardan, olaylardan oluşuyor.

Nefsi temsil eden kuyumcunun öldürülmesine kadar hekimlerle mürşit arasında çok fazla fark yok. İlahi bir işaretle gelen hekim kendinden öncekilerden farklı olarak hastanın bir makina olmadığının bir tarihselliğinin olduğunun farkında. Hastasını - daha geniş anlamda düşünürsek insanı - kabulü bu noktada ayrışıyor. Daha derin ama gene de dünyevi bir bakışa sahip.

Düz okumada, sembolleri görmezden gelerek olduğu gibi okumada hekim metafizik bir sıçrama yapar. Dünyevi olmayan, sebep sonuç ilişkisine bağlanamayacak bir bilgi üzerinden hareket eder.

Mevlana daha evvel, hekimi padişaha karşılatırken bir ayrımda bulunur:  "fakat dünyada iş işten meydana gelir" 76 AG . Semboller açısından okunduğunda çok fazla sorun olmayan ama düz okumada kafaları karıştıran kuyumcunun ölümü ise böyle değildir. Bu yüzden hikayenin sonunda kıyas üzerinde duracak, okuyucuyu uyaracaktır. Takip edecek hikaye, Bakkal ve Dudu Kuşu hikayesinde ise kıyas konusunu bıraktığı yerden ve daha etraflıca anlatacaktır.

Mürşit nefsi öldürmede bir doğa üstü sıçrama yaparken bize eşyanın, olayların anlayamayacağımız yönlerinin de olabileceğini gösterir. İyi gördüğümüz bir olay kötü, kötü dediğimiz olay iyi bir netice verebilir. Bu durumda insan iyi ve kötü konusunda vereceği hükümde kesin bilgiye sahip olması zordur.

İlk iki hikayede bilgi ve sorunları üzerine etraflıca malumat verilir. Burada muhtemelen eserin nasıl okunması, anlaşılması üzerine bir uyarı yapılmakta, yöntem önerilmektedir. Kıyas mevzuu ile birlikte düşünüldüğünden ilk iki hikayenin bilgi problemine ayrıldığı ya da böyle de okunabileceğini söylemek mümkün.

Şimdi kıyas mevzunu bir sonraki yazıya bırakalım. Notlarımızı inşallah toparlar devam ederiz. Böylece uzun yazı okumaktan sıkılanlara da bir nefes alma fırsatı vermiş oluruz.


(düzeltilip, gözden geçirilecek)




Hiç yorum yok: