Vezirin müritleri huzurdan sürmesi
başlığı altında vezire kulak verelim :
570 Aşağılık duygunun kulağına pamuk
tıkayın; gözlerinizden duygu bağını çözün.
Can kulağının pamuğu, baş kulağıdır; bu
baş kulağı sağır olmadıkça can kulağı sağırdır.
*Duygusuz kalın; kulaksız, düşüncesiz bir
hale gelin de “Geriye dön” sözünü duyun.
Uyanıklık dedikodusunda kaldıkça rûyadaki
konuşmadan nasıl bir koku alabilirsiniz?
Bizim sözümüz de, işimiz de dışarıda
yürümektir; can yürüyüşüyse göklerin üstünde olur.
Duygu, kuruluğu, karayı gördü; çünkü
karadan doğmuştu o; can İsâ’sıysa ayağını denize bastı.
Şu kuru beden karada gezebilir; canın
gezişiyse denizin ta göbeğine ayak basarak olur.
Ömür, kimi dağlara tırmanarak, kimi
denizleri geçerek, kimi ovalar aşarak karada geçip gittikten sonra.
Âb-ı Hayât’ı nerden bulacaksın; denizin
dalgalarını nerden yaracaksın?
Toprağın dalgası bizim vehmimizdir,
anlayışımızdır, düşüncemizdir; denizin dalgasıysa kendinden geçiştir, sarhoş
oluştur, yokluktur.
Sen bu sarhoşlukta kaldıkça o sarhoşluktan
uzaksın; bundan sarhoş oldukça o kadehe karşı kör kesilirsin sen (*)
Mevlâna Vezirin ağzından ikili bir ayrıma gider. Yeni- Platonculuktan aşina olduğumuz bu ayrım, duyular dünyası ile algılanan bir dünya ve duyular ötesi/ transantaldal/ aşkın bir dünyanın varlığı anlayışıdır. İdealist ayrımda iki farklı dünyanın ilki karayla, ikincisi de denizle sembolize edilir. İki dünyadan birinde oluşun diğerine kör oluş olduğunu söylerken, canın hedefinin deniz olduğunu belirtir
İlk dikkati çeken beyit;
Duygu, kuruluğu, karayı gördü; çünkü karadan doğmuştu o; can İsâ’sıysa ayağını denize bastı. *
Bir düzeltme yapalım öncelikle. Duygu değil de duyu olmalı. Duygudan kastın duyu organlarıyla algılanan olması daha makul gözüküyor.
Yukarıdaki beyitlerde duyuya kronolojik olarak bir öncelik veriliyor. Beyitlerden edinilen genel izlenim insanın karada, duyu dünyasında doğduğu; sonra imkan bulabilirse, suya, asıl yurdu olan aşkınlığa ayak bastığıdır. Buradan (başlangıçta duyu olmasından) bir tabula rasa çıkarmak zorlama olacaktır, ama silik de olsa bir imadan söz etmek mümkündür. Bu hükmü vermekten bizi alıkoyan bir başka konu ise, anımsama tezine yatkınlığın -eserin bütününde- daha kuvvetli olduğu yönündeki kanaatimizdir. Ek olarak buna şöyle bir itirazda da bulunulabilir; her ikisinin doğuşunun farklı olduğu, canın kalu bela zamanında var olabileceği söylenebilir. Şimdilik iki görüşü de not edip geçelim.
Bu bölüm niçin önemli? Mevlana'nın burada bir kozmoloji tasarımı yapması açısından önemli. Bu tarz tasarımlara Mesnevi'de genelde pek yer vermez.
Mevlâna Vezirin ağzından ikili bir ayrıma gider. Yeni- Platonculuktan aşina olduğumuz bu ayrım, duyular dünyası ile algılanan bir dünya ve duyular ötesi/ transantaldal/ aşkın bir dünyanın varlığı anlayışıdır. İdealist ayrımda iki farklı dünyanın ilki karayla, ikincisi de denizle sembolize edilir. İki dünyadan birinde oluşun diğerine kör oluş olduğunu söylerken, canın hedefinin deniz olduğunu belirtir
İlk dikkati çeken beyit;
Duygu, kuruluğu, karayı gördü; çünkü karadan doğmuştu o; can İsâ’sıysa ayağını denize bastı. *
Bir düzeltme yapalım öncelikle. Duygu değil de duyu olmalı. Duygudan kastın duyu organlarıyla algılanan olması daha makul gözüküyor.
Yukarıdaki beyitlerde duyuya kronolojik olarak bir öncelik veriliyor. Beyitlerden edinilen genel izlenim insanın karada, duyu dünyasında doğduğu; sonra imkan bulabilirse, suya, asıl yurdu olan aşkınlığa ayak bastığıdır. Buradan (başlangıçta duyu olmasından) bir tabula rasa çıkarmak zorlama olacaktır, ama silik de olsa bir imadan söz etmek mümkündür. Bu hükmü vermekten bizi alıkoyan bir başka konu ise, anımsama tezine yatkınlığın -eserin bütününde- daha kuvvetli olduğu yönündeki kanaatimizdir. Ek olarak buna şöyle bir itirazda da bulunulabilir; her ikisinin doğuşunun farklı olduğu, canın kalu bela zamanında var olabileceği söylenebilir. Şimdilik iki görüşü de not edip geçelim.
Bu bölüm niçin önemli? Mevlana'nın burada bir kozmoloji tasarımı yapması açısından önemli. Bu tarz tasarımlara Mesnevi'de genelde pek yer vermez.
Tasarımda yukarıdan aşağıya bir
hiyerarşinin olmaması, tersine karadan denize doğru – aşağıdan yukarı bir akışa
yer verilmesi açısından ilgi çekici. Şimdilik yoruma girmeden bunu da tespit edip
geçelim.
Hz. Mevlana'nın orijinal yanlarından birisi kendi fikrini bir düzenbazın, sahtekarın ağzından bile duyurabiliyor olması. Bunu da bizi vezirlerle müritlerinin diyaloğunda verir.Yine de burada teori düzenbazdan - uygulamanın, pratiğin, istisnanın müritlerden gelmesi müritlere bir parça üstünlük sağlayabilir. Henüz bu diyaloğa diyalektik diyalog diyemeyiz sanırım. Çünkü, müritler tarafından yapılan itiraz, konunun aslına temeline yapılmış bir itiraz değil; uygulamasına, nasılına yapılmış bir itiraz Bu sayede, iki tarafında esasta uzlaşmış olmasıyla biz Mevlâna’nın görüşünün de bu olduğunu düşünürüz. Diyalog, temel tezinde bir değişme olmadan, karşı iddia gelmeden sona erer. Müritler, Vezirin tasarımını/tezini diyalogda nasıl gerçekleşebileceği sorununa çevirerek onu onaylarlar. Daha sonra karşılaşacağımız diyaloglar, karşıtlıklar/zıtlıklar üzerinden düşüncenin ilerletilmesini ve derinleşmesini sağlayacak Sokratik diyaloglar olarak karşımıza çıkacaklar.
Hz. Mevlana'nın orijinal yanlarından birisi kendi fikrini bir düzenbazın, sahtekarın ağzından bile duyurabiliyor olması. Bunu da bizi vezirlerle müritlerinin diyaloğunda verir.Yine de burada teori düzenbazdan - uygulamanın, pratiğin, istisnanın müritlerden gelmesi müritlere bir parça üstünlük sağlayabilir. Henüz bu diyaloğa diyalektik diyalog diyemeyiz sanırım. Çünkü, müritler tarafından yapılan itiraz, konunun aslına temeline yapılmış bir itiraz değil; uygulamasına, nasılına yapılmış bir itiraz Bu sayede, iki tarafında esasta uzlaşmış olmasıyla biz Mevlâna’nın görüşünün de bu olduğunu düşünürüz. Diyalog, temel tezinde bir değişme olmadan, karşı iddia gelmeden sona erer. Müritler, Vezirin tasarımını/tezini diyalogda nasıl gerçekleşebileceği sorununa çevirerek onu onaylarlar. Daha sonra karşılaşacağımız diyaloglar, karşıtlıklar/zıtlıklar üzerinden düşüncenin ilerletilmesini ve derinleşmesini sağlayacak Sokratik diyaloglar olarak karşımıza çıkacaklar.
Tez ve antitez gerçeğin farklı yüzleri. Meşhur körlerin filleri tanımlaması metaforunda herkes fillere dokunur. Herkesin tarifi bir şekilde doğru, ama eksik bütünün bir bölümünün ifadesidir.
Bu bölümün bize söylediği bir diğer şey de, Hz. Mevlâna'nın çağın felsefi tartışmalarından haberdar olduğudur. Kendi sisteminde rahatça kullanacak kadar septiğin (552) ne olduğunu biliyor. Duyular dünyası, ideler dünyası kavramalarına bir kozmoloji tasarımı yapabilecek kadar da hakim.
* Bir dostun katkısı : "İnsanın duyular dünyasında oluşu onun sosyolojik bir varlık oluşundan. Toplum içinde iyi ya da kötü yönde sosyalizasyona dikkat etmek gerek" 8.9.2016
*Bir ek 31.12.2024 - Vezir müritlerini ya, yada ikileminde bırakıyor. Bu da mantıkta tarifi yapılmış safsatalardan birine bizi götürüyor. Vezirin, müritlerine öğüdü karşılaştıkları olaylarda yoruma gitmemeleri, olayın kendi şartlarını dikkate almamaları kendi verdiği reçeteye sadık kalmaları yönünde. Yani hüküm vezir tarından verilmiş oluyor. (Tarih sonundan, tüm olaylar için hüküm verebilme - şirk)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder