Sanırım 89 du, belki 90; o yıllar olmalı. Wall'u seyretmek için kardeşimle birlikte Emek sinemasına gitmiştik. Sinemanın çok iyi bir ses sistemi varmış, o güne kadar bilmiyorduk. Pek kimse yoktu, rahatça oturduk. Açıkçası benim neyi seyredeceğimiz konusunda hiç fikrim yoktu, sinemaya herhangi bir film izlemeye gelmiştim. Filmin ilk beş dakikasında koltuğa yapıştığımı hatırlıyorum, muhteşem bir şey seyrettiğimin farkına varmıştım, şaşırmıştım, beklemiyordum.
Belki bir on sene kadar sonra, bir hafta sonu Galata Mevlevîhanesi'ne gene kardeşimle gittiğimiz günü hatırlıyorum. Biraz erken gitmiştik, Beyoğlu'nda akan bir kalabalıktan tenha bir bahçeye girdik. Yaşlı bir ihtiyar, onu saygıyla dinleyen küçük bir gruba bir şeyler anlatıyordu. Kenardan sessizce dinlemeye koyulduk. Kısa bir müddet sonra kalkıp içeri girdiler, bahçe bize kaldı. O gün seyrettiğim ilk Mevlevi ayiniydi. Seyrettiğim bir çok şeyin neye denk düştüğünü bilmeden, ama bir şeylere de denk düştüğünü tahmin ederek hayranlıkla izledim. Bu sefer o kadar şaşkın değildi, güzel bir şeyler seyredeceğimi bilerek gitmiştim. Buna rağmen sanırım ilk bir kaç dakika bir şey düşünmeden sadece seyretmişimdir.
Sanırım iyi bir sanat eserinin bizde bıraktığı etki, hiç bilmediği bir suya giren birinin ayağının altında toprağın kayması gibi. Ya da sıcak bir yaz gününde kazara esen bir sokağa girdiğimizde duyduğumuz şaşkınlık.
Sanat için söylenenlerin çoğu resim ve mimari üzerinden. Müzik üzerinden sanatı yorumlamak, herhangi bir kavrama denk düşürmek zor. Bir şey öğrenme açısından genelde müzik üzerine, özelde Semâ hakkında bir şeyler söyleyebilmek ne kadar mümkün?
Bir sanat eserinden bir şey öğrenilebilir mi sorusu tartışmaya açık bir soru. Öğrenmeyi "gerekçelendirilmiş doğru inanç" olarak kabul edenler bunun mümkün olmadığını ileri sürüyor.
Sanatta öğrenmenin bir etkilenme olduğu iddiası ise, klasik öğrenme tanımları karşısında daha mütevazi ve makul gibi duruyor. Bir sanat eserinin üretimi aşamalarını kitap etkilenme, tasarım, tamamlama aşamaları olarak tanımlıyor. Sanat tecrübesini de bunun tersi olarak düşünsek; şaşkınlık, seyretme, bağlar kurma, kendi gözünden/hayatından yorumlama ve sanat eserini kendine mal etme olduğunu düşünsek yanılmış olmayız herhalde. Yorumla sanat eseri öznelleşiyor, kişiye mal oluyor. Eğer bu mümkünse bu müzikte nasıl gerçekleşir?
Galiba müzik, bizi anılarımızda yaşadığımız bir güne/zamana/hâle sabitliyor. O anı, günü bir bütün olarak hatırlatıyor;böylece o günü ve olanları unutulmaz kılıyor. Bu açıdan her Mevlevi ayini seyrettiğim gün, Galata'da seyrettiğim ana ve hâle dönüyorum, ya da onla bir şekilde bir bağ kuruyorum. Bir sanat eserinin bizde bıraktığı etki ile bildiklerimizi yeniden ve daha farklı bir şekilde tasarlamamıza neden olan bir derinlik sunması. Bildiklerimizden bir şey eksilmeden ya da çoğalmadan, yalnız bir adım geriye çekilerek onları tekrar organize etme imkanına kavuşuruz. Bölük pörçük bilgileri daha umutlu bir şekilde organize ederiz. Bu haliyle sanat bilgimizi değiştirmeden onu organize edişimizi ya da önceliklerimizi değiştirerek, aralarındaki bağı gevşeterek, aynı bilgilerle daha olumlu sonuçlar çıkartır.
Sanat yaratma deneyimi gibi sanatı tecrübe etme işi de kendi derinliğini sınama işidir. Büyük fikirlerle, derin sularla karşılaşan insanlar hep kendi derinliklerini sınama isteği duyarlar.
2 yorum:
Bu konu üzerinde zaman zaman ben de düşünüyorum, inşallah bir gün yazıya da dökeceğim.
Müzikte söz gene dil ile bir şeyleri çağrıştırıyor. Ama söz de yoksa müziği ifade etmek çok güç. Taklide giden bazı melodiler var; kuş sesleri, rüzgar sesleri gibi. Ama tabi bunun dışında kalanları ifade etmek mümkün değil. Yazınızı merakla bekliyoruz, yorum için teşekkürler
Yorum Gönder