27 Haziran 2009 Cumartesi

Özgürlük / seçim ?

Akan giden zaman içersinde insan bir bütün halinde durur. Geçmişi, bugünü yarına olan ümitleriyle bir yerden bakar zamana. Çözemedikleri ise onun bu bakışıyla hayat arasındaki bakışıdır. Durduğu yeri değiştirdiğinde o yer yer üzerinde yeni bir bakış yada derinlik elde ederek sorunları çözmeye çalışır. Çoğu zaman toptan bakışını değiştirmektense, kendi konumunu derinleştirmeyi yeğler.

Toplumlarında bir tutarlı akışları var mıdır? Bireysellik, özgürlük anlık keyfi kararların neticesi değilde tutarlı bir bütünlüğe uyum çabasının gölgesi altındadır. Özgür karar, kendi kendini idare edebilme ile yönlendir(il)me, imkanlar ( gözetilerek mecburen daha iyi ) dahilinde kendi kararını alabilmekde sınırı nerde başlar? hep kararları bir şekilde etkiler. Buna kendini koruma içgüdüsü ile alınmış kararlarlar ile yapılmış seçimleride ilave etmek lazım. Kimi nükleer bir gelecek ile çatışmayı tehlikli görür, kimi nükleersiz var oluşun daha tehlikeli olduğunu düşünür. Bütün pozisyonlar iki temel savunma içgüdüsüne indiğinde diğer seçimlerinde bir anlamı kalmaz. (Ya da bu temel tercih üzerinden yeniden anlamlandırılır) Gelecek korkusu yada korunma refleksi ile karar alma hepsine baskın çıkar.

Birbirinde farklı akılcı tercihlerin karşılıklı tükendiği (ya da diyoloğun kalmadığı diyelim)yerde ise korkularla, ihanet iddiaları ile akıldışı saflaşmalar başlar. Bu tarz tecihlerin öne çıktığı, gündelik hayatın sıkıntılarının bunların gölgesinde değersizleştiği seçimlerin ise ne kadar özgür ve demokratik olduğunu düşünmek lazım.

20 Haziran 2009 Cumartesi

Vaktin oğlunun gelecek beklentisi ?

Yazıdan anlayabildiğimizi toparlamaya çalışırsak :)

Tutunmak her zaman eğreti, ve tutunduğumuz herşey her daim geçici olduğundan eğreti. Beklemek zamanı bize hissetiren, tutunacağımız şeyi bekleten ve onun eğretiliğini de kederle bize hatırlatan.


Vaktin oğlu üzerine fikir yürütmeye kalkarsak herhalde (mantıkla ve dışarıdan) eğreti olana tutunmayan ve beklemeyen olmalı. Aklı ilerde bir zamanda olan nasıl bu anı yaşarda anın efendisi olur ki.

Ya da biz projemizsek, yarınımızsak bugün neyiz? Bugüne ve yarına yayılmak, zamana yayılmak belki cevab. Geleceğin bugüne vuran gölgesi?

Bu günle yarını bağlayan proje ya da normlar, bir yerden bakabilmek; rüzgarda savrulmak değil. Anın surprizine karşı ise esnek , eşikte, eleştirel olmak

Yarından ümit bir vakit beklentisine, inancına bağlı. Vakti olduğuna imana. Tembellik ve erteleme değil de bir akış içinde olmanın verdiği alışkanlık diyelim. İyi şansa, çalışmaya, iyi niyete de inanç aynı zamanda. Beklentileri çekip aldığımızda iyi niyeti ayakta tutan şeyin kendi özümüzün ,ne olursa olsun, zarar görmüyecek bir şey olması olabilir ni acaba ?

Bilemiyorum...

16 Haziran 2009 Salı

Her şey güzel olacak +40

Her şey güzel olacak diyelim ki bir temenniden öte değil ve her şey büyük bir ihtimalle üç aşağı beş yukarı bu şekilde devam edecek.

Ve bu çok da bedbaht bir durum değil muhtemelen, yaşanan bu anda çok fazla kötü değil; çekilen bir kaç sıkıntı sayılmazsa :)

Her şey güzel olacakdan vaz geçmek bir yandan rahatlatıcı. Bu anı, şimdiyi değerlendirmeyi sağlıyor ; problemleri gözrmezden gelmeyide engelliyor. Anı heba etmekten kurtarıyor bir yerde.

Diyelim ki her şey güzel olacaktan vaz geçtik - yerine ne koyacağız?

Balkon sefası

İliştim sandalyenin ucuna
Güneşten kamaştı gözlerim
Yeni yıkanmış balkonun
Bir köşesine bıraktım değneği

Üst kattaki komşunun torunu olmuş
Karşımızdaki dükkan bakkal olacakmış
Annem bir çırpıda anlatı, balkona girerken
Bir elinde çaydanlık, bir elinde nihale

Mahmurluğumuz, yorgunluğumuzla
Balkonun bir köşesinde dinlenirken
Çay kaşıklarının seslerini dinledik
Bardaklar neşeyle dolarken

9 Haziran 2009 Salı

Öğrenme / Herkesi Hızır bilmek üzerine

Faik Beye

Yazınız çok güzel, konuda güzel bu konuda bir katkıda biz yapmaya çalışalım, aklımız yettiğince .

Hızır bilmek zannediyoruz halk arasında zor durumda kalan birisinin bu probleminin çözümü için , genellikle maddi yardım, beklemesidir. Hızır Aleyhisselamın değişik kılıklarda görünebilir olması herkesi Hızır kabul etmeyi gerektirir düşüncesini doğurmuştur.

Tasavvufi olarak düşünürsek , ki bizi ilgilendiren kısımda bu sanırız , işin rengi biraz değişiyor. Müşkül burda maddi değil; elde edilmesi gereken ise hikmet, öğrenilecek şey , alınacak öğüt oluyor. Eğer yanlış hatırlamıyorsak Cüneyd Bağdadi'den nakledilen bir menkıbede bir çocuktan, saçları dağınık bir kadından bir şeyler öğrenilebileceğini anlatan hikaye bize bir şeyler söyleyebilir.

Öğrenme sonlu bir şey değil. Her şeyi bilmek, her hikmete sahip olmak da iddia edilebilecek bir şey değil. Bu öğretmeninde ,bilmeninde sonlu olmadığını gösteriyor. Öğretende , karşındakini değerlendirende bir yerde kendi bilgisinin ufku ile bu değerlendiremeyi yapıyor yada öğretiyor. Sanırız bu bizi öğrenmede, öğretmede, ötekini değerlendirmede temkin ve tavazu kapısının önüne bırakıyor. (incitmemek ? (bu konu için ) ise tevazu/temkinin uyanık tututuğu insanlığımızın neticesi , yoksa insanlık tümüyle bir sakınma değil )

Bu noktada iletişime açık olmayan kişiden de bir şeyler öğenilebilir. (Hızırlık bizim müşkülümüzle bağlantılı; karşımızdaki haliyle, yaptıklarıyla - pek ala farkında olmadan, başka bir amaca yönelik bir gaye ile hareket ederkende yaptıklarıyla gören göz, arayan akıl için bir kapı açabilir.) Bu onların saldırısına açık olma mecburiyeti anlamında değil. Onların tavırlarından bir hikmet yakalamak anlamında. Yoksa kendimizi korumak, zulme karşı olmak gerektiğinde ve doğruyu söylemek , tabii mümkün olduğu kadar nezaketle, bir zorunluluk olarak ortaya çıkabilir. ( verdiğimiz tepkininde bildiklerimiz hududunca olduğınu unutmadan, kendimiz adına yanılabilir olduğumuzu bilerek ) .



Selam ile